22 Şubat 2016 Pazartesi

KIŞ HASTALIKLARINA BİTKİSEL ÇÖZÜMLERİMİZ

 
(görsel, afiliyemek.com'dan alıntı)
   Böyle bir yazı için geç mi kaldım, yoksa havanın değişmeye başladığı ve muhtemel hastalıkların yine kapıda beklediği şu günler tam da zamanı mıdır bilemedim. Neyse yazayım da dursun burada. Kış hastalıkları her kış var sonuçta.
 
   Biz bu seneye kadar, her sene eylül-ekim gibi grip aşısı yaptırıyorduk. Ama bu yıl aşılar hakkında öyle şeyler okudum ki, aşı yaptırmaktan vazgeçtik (herkesin tercihi, yorumu, görüşü ve zorunlulukları farklıdır tabi. Aşı yapılması elzem olan risk grupları da var sonuçta). Ayrıca çok severek ve güvenerek takip ettiğim sayın Prof. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA'nın şuradaki yazısı da domuz gribi konusundaki endişelerimi bitirmeye ve aşı konusundaki kararımızla ilgili olarak içimizi rahatlatmaya yetti. Haliyle -aşı olalım ya da olmayalım- her yıl zaten uyguladığımız bir takım bitkisel kürleri bu yıl biraz daha fazla kullandık.
 
   Büyük küçük, evde hepimiz gripten nasibimizi aldık tabi. Benim dışımda herkes yatıp dinlenebilmişken ben maalesef hastalığı ayakta atlatmak zorunda kaldım. Daha doğrusu üzerinden neredeyse 1,5 ay da geçmiş olsa henüz atlatamamış olabilirim. Çünkü zaman zaman tekrar ortaya çıkan boğaz ağrısı ve hafif öksürüğüm var hala. Tabi uykusuzluk ve dinlenememek bunun en temel nedeni.
   Öncelikle ve büyük bir önemle belirteyim ki, aşağıda yazacaklarım, kişinin sağlık durumuna ve yaşına göre, şifa bulmaya çalışırken daha farklı problemlere sebep de olabilir. Bu yüzden öncelikle doktorunuza danışınız. Şeker hastaları, karaciğer sorunu olanlar, tansiyon rahatsızlığı bulunanlar, alerji hastaları ve 1 yaşını doldurmamış bebeklerde çok daha büyük hassasiyet isteyen bir konu bu.
 
   İşte hem beni ayakta tutan hem de ev halkının gribi kolay atlatmasını sağlayan kürlerimiz:
- Öncelikle, anne sütü alan bebeklerin buna devam etmesi şart. Onların en güzel ilacı bu ve bu sayede bebeğim gribi birkaç gün hafif ateş ve çok az da burun akıntısıyla atlattı.
- 1 er çay kaşığı toz halinde tarçın, karabiber, zencefil ve zerdeçalı 3-4 kaşık doğal bala karıştırıyorum. Büyük oğluma bir yemek kaşığı (10 yaş) ve küçük oğluma yarım tatlı kaşığı (şu an 21 aylık) olmak üzere, günde iki üç kez, üstüne birkaç damla limon sıkarak veriyorum. Karışımın içindekiler hem bağışıklığı güçlendiriyor hem de öksürüğe iyi geliyor. Daha doğrusu etkin öksürük sağlayıp balgam atmayı kolaylaştırıyor. Zaten solunum yollarıyla ilgili hastalıklarda öksürüğü kesmemek gerektiğini herkes biliyordur sanırım.
- Aynı baharatları yoğurt veya kefire ekleyerek de tükettiğimiz oluyor.
- Çörekotlu zeytinyağıyla, kim hastaysa, sırtını ve göğsünü ovalayarak yağlayıp üzerine havlu koyuyorum ve gece o şekilde yatırıyorum. Çörekotlu zeytinyağı şöyle hazırlanıyor: bir yemek kaşığı kadar çörekotu tavada çok hafif kavrulur (kesinlikle fazla değil, pişmeyecek yani).  Ardından ahşap bir havanda dövülerek ezilir veya öğütücüden geçirilebilir. Cam bir kavanoza hakiki zeytinyağı koyulup ezilmiş çörek otu eklenir, kapağı kapatılır. Mümkünse serin bir yerde ve ışık almayacak şekilde bekletilmesi daha iyi olur. Bu karışım çok uzun sure kullanılabilir.
- Bitkisel çaylarla vücut direncini artırmaya çalışıyorum:

(görsel, gurmerehberi.com'dan alınmıştır)

 Ihlamuru eşimin alerjisi nedeniyle ve ada çayını da daha önce geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle kullanamıyoruz. Bunların yerine taze zencefil, hibiskus (tiroit rahatsızlığı olanların kullanması sakıncalı), kuşburnu, papatya, tarçın, karanfil, tane karabiber, kekik (dikkat, tansiyonu yükseltebilir), limon, elma, ayva, portakal kabuğu, nar kabuğu alternatiflerinden seçerek bir bitki çayı demleyip, altını kapatmaya yakın iki uç diş sarımsak veya dörde bölünmüş bir baş kuru soğanı ekliyorum. Balla tatlandırarak günde iki bardak tüketiyoruz (bebeğime, yarım çay bardağı çayı sulandırarak bir çay bardağına tamamlayıp öyle veriyorum).
- Karbonatlı veya sirkeli ılık suyla gargara yapıyoruz (kesinlikle yutulmayacak).
- Bol bol çorba tüketiyoruz: Tavuk çorbası, tarhana, vs. Bol limon ve tüketebilenler için bol pul biber eşliğinde (özellikle boğazı ağrıyanlar için blendırdan geçirilmiş çorbalar çok iyi oluyor)
- Protein ağırlıklı besleniyoruz.
- Bol yeşillikli, soğan ve sarımsaklı, bol limonlu salatalar tüketiyoruz.
- Bir kaseye koyduğum kaynar suyun içine bir iki yemek kaşığı lavanta atıp odalarda bulundurarak havayı mikroplardan arındırmaya çalışıyorum.


- Yatmadan önce bir soğanı, kabuğunu soymadan ikiye kesip bir tabak içinde baş ucumuza koyuyorum. O soğanı da sabah çöpe atıyorum.
- Günde üç dört kez serum fizyolojik kullanarak geniz yolunu steril tutmaya çalışıyoruz.
- Hastanın ateşi yüksek değilse, sıcağa yakın bir duş aldırmak da iyi geliyor. Hem toksin atılmış oluyor hem de banyo buharının etkisiyle burun açılıyor.
- Özellikle de geniz yolu tıkalıysa, gece yatarken, sırtı iki üç yastıkla destekleyerek yüksek bir yatış pozisyonu sağlıyoruz.
- Bunların dışında, geniz yolunu açık tutarak kulakta sıvı birikmesini engelleyen bir sprey de kullanıyoruz ancak bu tıbbi ilaç olduğu için adını buraya yazamıyorum.

   * Soğuk algınlığı/grip varsa ballı süt tüketmiyoruz. Balgamı koyulaştırdığı için daha çok rahatsız ettiğini okumuştum. Ben de bunun doğru olduğunu oğlumda defalarca yaşayarak gördüm.
 
   Bizim şifa kaynaklarımız bunlar. İlaç gibi hızlı iyileşme sağlamayan ama vücuda destek olup bağışıklığı kuvvetlendirerek vücudumuzun savaşmasına şans tanıyan yöntemler hepsi de.

   Sağlık ve afiyetle dolu günler dilerim.

21 Şubat 2016 Pazar

2 YAŞ SENDROMU VE ÖFKE KONTROLÜ

   İki yaş sendromu şöyledir böyledir diye anlatacak, ahkam kesecek değilim. O işin uzmanları zaten tanımını yapıyorlar. Ama kısaca, çocuğun kendi varlığını ve kişiliğini ispatlamaya çalıştığı, gelişimin doğal parçası olan bir süreç diyelim. Bebeklerde görülen büyüme ataklarından birisi bana göre.
 
   Büyük oğlumda böyle bir dönemimiz olmadı. Ya da ben çalıştığım için fark etmedim. Ama genelde sakin bir çocuktu. Ağlama nöbeti şeklinde iki olayını hatırlıyorum: Birincisinde gerçekten kendini çaresiz hissettiğini ve stres içinde olduğunu hissettim. Kucağıma alıp sarıldım, öptüm, sırtını sıvazlayarak bir sure öylece bekledim ve gerçekten ise yaradı. Oğlum sakinleşti. Çünkü yalnız olmadığını, kötü hissettiği anda ona destek olduğumuzu anlamıştı. Evet, büyümek onlar için de sıkıntılı bir süreç. Düşünsenize, çevrede bilmedikleri binlerce olay, kişi, eşya, renk, şekil, gürültü, vs var ve onlar bunu öğrenmeye, anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyorlar, çok fazla uyarana maruz kalıyorlar. Ve bu onlar için zaman zaman içinden çıkılmaz bir hal alabiliyor. Çok stresli olmaları normal değil mi?
 İkinci ağlama olayında ise onun bunu sadece benim tahammül sınırımı zorlamak için yaptığından adım gibi emindim. Olayın öncesinde gözüm üzerindeydi. Herhangi bir stres, endişe, vs durumu yoktu. Böyle olunca bir anda yalandan ağlamaya başlamasına kanmadım tabi. "Şu an bunu dinlemek istemiyorum, lütfen git ve koridorda ağla" dedim. Tam koridora doğru giderken sustu, geri döndü ve "yok ben pazartesi ağlayacağım" dedi dili döndüğünce :) Aradan yıllar geçti, ne demek istediğini hala çözebilmiş değilim :)
 Bunun dışında, çok hırçınlaştığı bir dönem olmuştu. Ama o dönem eşim yurt dışındaydı, oğlum babasını özlüyordu ve bu hırçınlık da özlemini ifade etme şekliydi. Neyse ki eşim kısa surede geldi ve hırçınlık olayımız da çözülmüş oldu.
 İşte büyük oğlumla yaşadığımız iki yaş sendromu bundan ibaret.

   Şimdi 21 aylık oğlumla, bu sendromun ne demek olduğunu anlıyorum. Biliyorum ki o sadece kendi varlığını, kişiliğini, seçimler yapabileceğini, özgür olabileceğini ispat etmeye çalışıyor. Biliyorum ki o da stres altında. Biliyorum ki bu dönem geçici ve ben o büyüdüğünde bu anlarını bile çok özleyeceğim. Ama bu anları yaşarken tahammül etmek, sakin davranmak, sabırlı olmak gerçekten çok zor. Mesela dün akşam avizeyi almak için ağladı. Bunun mümkün olmadığını anlattım tabi. Bir sure daha ağladı ve sustu. 15 dakikada hazır olabilecek kahvaltıyı hazırlamam, onun istekleri ve dikkat çekme çabaları, bağırmaları ve ağlamaları, tehlikeli tırmanışlar yapması (buzdolabı, masa, koltuk tepesi,vs) nedeniyle bir saate uzuyor. Pencereye tırmanıp açmak için mücadele ediyor, pijamalarını çıkarıp çıplak dolaşıyor veya bazen kaban-bere-eldivenle duruyor evin içinde. Yatakta mikser, blendır ve elektrik süpürgesine sarılarak uyuduğumuz günleri de yazmadan geçemeyeceğim. Bunlar sadece birkaç örnek. Bazı istekleri çok masumca, tolere edilebilir şeyler ama bazıları gerçekten sıkıntı yaratıyor. Ben çok da sakin bir yapıya sahip biri olmadığımdan, durumu yönetmekte inanılmaz  zorlandığım zamanlar oluyor. Böyle zamanlarda kızdığım da oluyor, yaptığım işi bırakıp tamamen o ana  odaklandığım ve durumu kontrol altına aldığım da... Kızdığım zaman inanılmaz üzülüyorum, vicdan azabı çekiyorum. Çünkü aslında buna hiç hakkım olmadığını, kızmanın ikimize de bir şey kazandırmadığını, işleri iyice karıştırdığını ve bebeğimin korkmasına neden olduğunu biliyorum. Ayrıca öfkeli yaklaşım,çocuklarda daha da hırçınlaşmaya-inatlaşmaya neden oluyor ve sorunlarla başa çıkmanın yolu bağırıp çağırmakmış gibi algılıyorlar. Çünkü bizlerden o şekilde görüyorlar.
(İnternetten alıntı)

Neyse ki sık olan bir şey değil. Hiç olmaması için de uğraşıyorum tabi. Ve eğer ona kızdıysam ikimiz de sakinleşince sarılıp, öpüp özür diliyorum. Hatalı  davrandığımı belirtip, kendisinin de istediği şeyi ağlamadan ifade edebileceğini anlatıyorum. Tabi şimdilik beni pek anladığını söyleyemem. Sadece sakin olduğumu, onu hala sevdiğimi ve onu dinlemeye hazır olduğumu hissediyor. Bu bile yeterli bence.
 Ayrıca blogger annelerin bu konudaki deneyimlerini okumak hem yalnız  olmadığımı anlayıp rahatlamamı, hem de çözüm  tüyolarından bizim için uygun alternatifler bulmamı sağlıyor. Aslında iki yaş sendromu sendromu için yapılacak çok da fazla bir şey yok. Sakin kalmak çoğu zaman tek çözüm.

  (turkagram.com)

   Bu arada sakin bir  kişiliğim olmadığını söylemiştim. Elbette bunun için, çocukluğumdan gelen ve çok geçerli sebeplerim var. Ancak bu, çocuklarımı hırpalama hakkı vermiyor bana, hırpalamıyorum da zaten. Ama hırçın anlarım olduğu ve öfke kontrolünde zorlandığım gerçeğini de inkar edemem (üstelik bebeğimin kalitesiz uyku süreci bunu iyice zorlaştırıyor). Bu konuda, kendi içsel yolculuğum ve kişisel gelişim sürecimde (geliştim demiyorum, zaten kişisel gelişim, sonu olan bir şey değil. Hayat boyu devam eden bir olay) çok faydalandığım bazı başvuru kaynakları var:

- Aykut OĞUT - Evrenden Torpilim Var:

- Metin HARA - Yol:

- Doğan CÜCELOĞLU - Tüm kitapları hazine değerinde bence

- Adem GÜNEŞ - Tüm kitapları, radyo programları, makaleleri (radyo programlarına ve diğer yazılarına www.ademgunes.com 'dan ulaşabilirsiniz)

- Annemin Kitaplığı - öfke kontrolü yazı dizisi (inanılmaz faydasını gördüm. Sevgili Şule Seda AY konunun uzmanı değil ama çocuğunun dilinden, ruhundan iyi anlayan bir anne ve deneyimlerini çok güzel bir şekilde ifade ediyor blogunda)

- Harvey KARP - Mahallenin En Mutlu Bebeği, Mahallenin En Mutlu Yumurcağı

                

 Tüm bunlar bana göre her anne babanın okuması gereken şeyler. Gerçekten iyi geliyor. Sakinleşmenin yollarını öğreniyor ve büyük oğluma da öğretiyorum. Hatta meyvelerini toplamaya çoktan başladık. Benim buna zaten ihtiyacım vardı. Oğlum da, zorlu ve mücadele gerektiren şu hayatta, ileride nasıl sakin kalması gerektiğini, aslında hayatta şükredilmesi gereken çok fazla şey olduğunu ve bütün bunların mutluluk sebebi olduğunu öğreniyor. Bebeğim büyüyüp bizi daha iyi anlamaya başladığında aynı şeyleri ona da öğreteceğim.
 Öfkeli anlarımızda uyguladığımız bazı şeyler:
- Derin nefes almak.
- İçinden ona, yirmiye, otuza... Ne kadar gerekiyorsa saymak.
- Ayrı bir odada sakinleşene kadar yalnız kalmak.
- Resim, mandala, kitap okuma gibi bir aktiviteye yönelmek.
- Pencereyi açıp temiz havayı solumak.
- Açık havada yürüyüş yapmak
.
.
.
 Herkes kendine uygun bir yöntem bulacaktır.
   Ayrıca her sabah şükür egzersizi yapmak, hayatımızdaki minik mutlulukların farkına varmamızı  sağlıyor ve böylece günümüz daha mutlu ve daha sakin geçiyor.

   Ben okumaya, araştırmaya, kendi içsel yolculuğuma devam ediyorum, edeceğim.

   Herkese sakin, huzurlu, mutlu günler dilerim.

 

15 Şubat 2016 Pazartesi

TİROİDİT (TİROİT İLTİHABI)

   Tiroidit, kelime anlamı olarak tiroit iltihabı demek. Bakteri, virüs, ototimmünite, vs nedenlerle tiroit bezinde iltihap oluşabiliyor. Araştırmalarım sırasında, iltihabın kaynağına göre yapılmış birkaç ayrı sınıflandırmaya rastladım:
- Akut tiroidit (bakteriyel kaynaklı)
- Subakut tiroidit (viral kaynaklı)
- Haşimato tiroiditi (otoimmün)
- Doğum sonrası tiroidit (Genellikle doğumdan 4 ay kadar sonra ortaya çıkıyormuş. Bendeki başlangıcı da tam 4 ay sonraya denk geliyor) gibi...
 Benimki hangi kategoriye giriyor, onu çözemedim. Çünkü hem doğum sonrasına denk geldi, hem de o dönemde üst solunum yolu enfeksiyonu ayrıca da mastit geçirdim (ya da tiroidit belirtileri nedeniyle bana öyle gibi geldi, bilemiyorum, muamma). Ancak neye bağlı olursa olsun, her hastalık gibi, bunun da altında yatan asıl sebep stres.

   Genel olarak rahatsızlığın bendeki etkileri şöyle oldu:
- Aşırı, krize varan sinirlilik hali (uykusuzluk ve yorgunluğa bağladım).
- Duygusal gelgitler, sürekli ve yoğun depresyon hali, buna bağlı mutsuzluk ve umutsuzluk (ben bunları postpartum depresyona bağlamıştım o dönem. Hatta rofesyonel destek almaya karar vermiştim. Hayatımda hiç o şiddette bir bunalım yaşamamıştım çünkü).
- Ateş, aşırı halsizlik (O kadar kendimde değildim ki, kız kardeşimin nişanına zor gittim, her şeye rağmen iyi görünmek için çabaladım. Ama yine de nişanı çok net hatırlayamıyorum).
- Fobiler (Bende sosyal fobi şeklinde kendini gösterdi. Evden dışarı çıkmak, sosyal bir ortama girmek beni inanılmaz korkutuyordu).
- Aşırı iştah ve buna rağmen kilo kaybı (Bunları tamamen emzirmeye bağladım. O kadar çok yiyordum ki. Buna rağmen 3-4 haftada 7-8 kg verdim).
- Saç, kaş ve kirpikte çok yoğun dökülme (saçlarım tutam tutam ellerime geliyordu. Kaş ve kirpiklerim ciddi şekilde azalmıştı).
- Aşırı su içme isteği (her gün yaklaşık 5 litre su ve ayrıca 7-8 bardak rezene çayı içiyordum).
- Bacağın ön yüzünde kaşıntı (bu belirtiyi sadece tek bir kaynakta okudum. Ve inanılmaz şekilde benim açımdan tipik bir belirtiydi. Çünkü bacağımın ön yüzünde kızarıklık, morluk, şişlik ya da başka herhangi bir değişiklik olmadığı halde gece-gündüz dayanılmaz ve sürekli bir kaşıntı vardı).
- Çarpıntı
- Titreme
- Halüsinasyon görme (uykusuzluğa bağlamıştım)
 Bunlar bendeki belirtiler. bunların dışında tiroidit, regl düzenliğine veya tamamen kesilmesine sebep olabiliyormuş.

   Bendeki durumu ilk olarak jinekoloğum farketti. Kontrol için hastaneye gittim. Genel tahliller yapıldı ve TSH değerimin düşük olduğunu gördük. Bizi bir dahiliye uzmanına yönlendirdi.
 Vakit kaybetmeden dahiliye uzmanına muayene oldum. Ultrason, kan testi gibi tetkiklerden sonra teşhis koydu. Bu hastalığın ömür boyu benimle gelmeyeceğini, birkaç aylık ilaç tedavisiyle geçeceğini söyledi. Tiroidit ve çarpıntı için iki ilaç verdi. 3-4 ay sonra kontrole gittiğimde kan değerlerim normale dönmeye başlamıştı. Bu aralar yine gitmem gerekiyor. Umarım sorunum tamamen düzelmiştir.  

   Kısacası, kendinizde, yukarıda belirttiğim sorunların birkaçını gözlemliyorsanız(hatta sorun olmasa bile doğumdan birkaç ay sonra mutlaka) ihmal etmeden bir doktora başvurun. Zira tiroit tüm metabolizmadan sorumlu olduğu için kalp yetmezliğine varana kadar birçok kalıcı soruna sebep olabiliyor. Ben doktora gitmek için geç bile kalmıştım. Çünkü dediğim gibi, yaşadığım her soruna sebep olabilecek başka etmenler de vardı. Tiroidit aklımın ucundan bile geçmedi.

   Sağlıklı, sevgi dolu günler dilerim.

YÜRÜTEÇ KULLANIMI DOĞRU MU YANLIŞ MI?

   Zaman zaman ailelerin hayatını kolaylaştırıyor olması ve daha çok, bebeğin daha çabuk yürümesini sağlayacağına dair inanış nedeniyle eskiden beri kullanılagelen aletlerdir yürüteçler. Piyasada çok fazla çeşitte fiyatta ürün bulmak mümkün.
   
   Öncelikle belirteyim ki büyük oğlumda yürüteç kullandım ama küçük oğlumda kullanmadım.  Büyük oğlumda kullandım, çünkü mesleğim nedeniyle (fizyoterapistim) artılarını-eksilerini tartabiliyor, risklerini tahmin edebiliyordum. Oğlumu sürekli gözlemliyor, oluşabilecek en ufak bir olumsuzluğa karşı (fiziksel ve motor gelişim açısından)her an tetikte bekliyordum. 
 Küçük oğlumda ise ücretsiz izin kullandığım için (hala izindeyim) zaten her an başındaydım. Onun gelişimine müdahalede bulunmadan, doğal akışına bırakarak ve keyifle izlemeyi tercih ettim (büyük oğlumda buna zamanım olmadığı için çok üzgünüm). Dolayısıyla yürüteç kullanmayı istemedim. 
 Her iki durumu da deneyimlediğim için, ikisi arasında rahatlıkla karşılaştırma yapabiliyorum. Şöyle ki (bu farklar, yürüteci en fazla yarım saat olacak şekilde kısa sürelerle kullandığımız halde oluştu);
- Büyük oğlum, yürümeye başladığı dönemlerde ve sonrasında da bir süre boyunca parmak uçlarına basarak yürüdü.
- İki oğlumun yürüme dengeleri arasında fark var. Küçük olan çok daha dengeli bir şekilde yürümeye başladı.
- Büyük oğlum, ayakta durma ve ilerleme olayını önceden keşfettiği için emeklemeye ihtiyaç duymadı. Buna bağlı olarak da kol kaslarının kuvveti kardeşine nazaran daha az. Tenis kursundaki hocası da aynı şeyi gözlemledi hatta. 
Bunların hiç biri tolere edilemeyecek, giderilemeyecek ve ömür boyu kalıcı farklar değil tabi. Ha, ben dediğim gibi mesleğim gereği sürekli gözlem halinde olduğum için kalıcı problemlerin oluşmasına izin vermedim. Elbette yürütece bağlı birtakım kalıcı sorunlar da ortaya çıkabilir:
- Skolyoz (omurgada eğrilik)
- Kifoz (kamburluk) 
- Erkek çocuklarda testislere baskı nedeniyle oluşabilecek problemler 
- Kalça eklemi gelişiminde bozukluk
- Ayak deformiteleri, vs.

   Yürüteç kullanımı, bunlar dışında, güvenlik açısından da riskler taşır. Vurma, çarpma, yukarı uzanıp üzerine bir cisim düşürmek suretiyle yaralanma, vs. 
   
   Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda, eğer yürüteç kullanmaya karar verirseniz lütfen aşağıdaki noktalara çok dikkat edin:
- (Bana göre) 6. aydan önce (bebeğinizin 6. ayı bitmeden önce) yürüteç kullanmayın.
- Kullandığınız yürütecin kaliteli malzemeden üretilmiş olmasına, tekerleklerinin de yeterince sağlam olmasına dikkat edin.
- Yürüteç yüksekliğinin bebeğinize uygun olduğundan emin olun, değilse gerekli ayarlamayı yapın.
- Bebeğiniz yürüteç içinde 15 dakikadan fazla tutmayın. Bu süreyi, belki bir kahve içip rahatlamak için değerlendirebilirsiniz. Sonuçta anne de olsak insan üstü yaratıklar değiliz ve hepimizin küçük molalara ihtiyacı var.
- Bebeğiniz yürüteçteyken odanın kapısını kapalı tutun, eviniz merdivenliyse güvenlik kapısı kullanın.
- Masa, TV ünitesi gibi, bebeğinizin uzanabileceği yerlerde örtü ve obje bulundurmayın. 
- Mobilyaların köşelerini koruyucu aparatlarla kapatın. 
- Prizlerinize koruyucu takın.
- Kabloları ortadan kaldırın.
- Yerde, yürütecin takılıp devrileceği hiç bir şey olmamasına dikkat edin.
- Mutfakta, yemek pişirmek için ocağın arka gözünü kullanın.
- Bebeğinizin uzanacağı çekmece ve dolaplarda kesici-delici alet, ilaç, temizlik kimyasalları, poşet, vs bulundurmayın (poşetler de bebeklerin boğulmasına sebep olabilir).
- Yerlerin ıslak olmadığından emin olun (kayıp düşmeye sebep olabilir).
- Kitaplık, tv gibi devrilme riski olan eşyalarınızı duvara sabitleyin.
- Halıların kenarında takılıp düşmeye sebep olabilecek kıvrılmaların olmadığına emin olun.
- Bebeğiniz hastaysa, ateşliyse, aşı olduysa yürüteci bir süre kullanmayın. 
- Son olarak, hepsinden önemlisi, bebeğiniz yürüteçteyken gözünüzü üzerinden ayırmayın.
   Tüm bu şartlar sağlandığında bile, bence rahatlamaya ihtiyaç duyduğunuz anlarda, yanına tehlike arzetmeyen oyuncaklar vererek bebeğinizi oyun parkı içine koymak çok daha güvenli bir çözüm.
   Eğer yürüteci, bebeğin daha erken yürümesini sağlamak için kullanacaksanız ben bu konuda da pek katkısı olduğunu düşünmüyorum. Aksine bebek, yürüteçte ağırlığının tamamını taşımadığı ve bu da kas gelişimini yavaşlatacağı için geciktirme ihtimali bile var. 

   Kısacası, yürüteç kullanımı, saydığım kriterlere uyulması halinde zararsız, ama aynı zamanda da gereksiz bana göre. Yukarıda da belirttiğim gibi, eğer kendim büyütme imkanı bulsaydım büyük oğlumda da yürüteç kullanmayı tercih etmezdim. 

   Bu konudaki benim tecrübe, bilgi ve gözlemlerim bu şekilde. Elbette ki konunun otoritesi değilim. Karar verecek olan sizsiniz. Umarım bu süreçte sizlere yardımım dokunur.
   Sevgiyle kalın.

10 Şubat 2016 Çarşamba

SLİNG, KANGURU, vs BEBEK TAŞIMA APARATLARI ve BENİM SEÇİMİM

   Bebek taşıma araçları, bebek alışverişinde neredeyse en büyük bütçeyi ayırdığımız ve çoğumuz için olmazsa olmaz araçlardır. Bebek arabası, kanguru, oto koltuğu. vs hepimiz kendi bütçemiz ve önemli belirlediğimiz diğer kriterlere göre seçimimizi yaparız. Ben eski postlarımdan birinde bebek arabası seçimimi neye göre yaptığımı, hangi kriterleri göz önünde bulundurduğumu artılaıyla-eksileriyle anlatmıştım. Okumak için tık tık .
   Çoğu zaman hayat kurtarıcı olan bebek arabasını kullanmak, yaşadığımız yerin bozuk yolları-kaldırımları, kaldırımları işgal eden sürücü ve esnaf, alış veriş merkezlerinde ve diğer yerlerde ihtiyacı olmadığı halde asansörü işgal edenler, toplu taşıma araçlarında anlayışsız tutumlar ve balık istifi haller , marketlerin, binaların, restoranların dar kapıları, her yerde rampa olmaması gibi nedenlerle (medeniyet bize ne zaman uğrayacak acaba) tam bir işkence halini alabiliyor. Hele bir de bebeğiniz arabayı sevmiyor ve kucak istediği için ağlıyorsa olay daha vahim. Bel ağrısı da kaçınılmaz  sonuç tabi. Ben bebeğimi arabayla çıkardığımda, çok zaman kucağıma alıp, o kucağımdayken bir elimle de arabayı idare etmek zorunda kaldım. Hele yağmurlu havada çıkmak zorunda kaldıysam, yaşadığım eziyeti, çektiğim sıkıntıyı anlatamam.
   Her neyse, baktım ki bu iş böyle olmayacak. Biz gezmeyi seviyoruz, bebeğim kucak istiyor ve kanguru bizim için önemli bir ihtiyaç oldu.
 Uzun uzun araştırdım. öncelikle karşıma WRAP SLİNG denilen, görüntü olarak benim çok hoşuma giden bebek bağı çıktı. Hani Ceyda DÜVENCİ bebeğini onunla taşırken görüntülenmişti de herkes "ay çocuk nefes alamıyor, ne biçim anne" falan diye bilip bilmeden yorum yapmıştı, işte o:
www.babybumpballet.net 'ten alıntıdır
Farklı desenleri, farklı bağlama şekilleri var. Ancak gördüğünüz gibi uzun bir kumaş olup kirli bağlama-çıkarma esnasında kirli yerlerle temasını önlemek zor olacağından tercih etmedim. Bağlama şekilleriyle ilgili, internette bolca video bulabilirsiniz.
 Halka sling: Bunu da ağırlığı tek taraflı taşıdığı için tercih etmedim. Ama yan taşıma için yine de güzel bence. Ayrıca bunların görüntüsüne de bayılıyorum:
missbebek.com 'dan alıntıdır.
Yine bolca renk ve desen çeşidiyle halka sling bulunuyor piyasada. Kumaş ve halkayı temin ederek evde kendiniz de dikebilirsiniz. İnternette çok güzel anlatımlar ve videolar var.
 Mai Tai: Kullanımı pratik, ergonomik bir kanguru çeşidi. Kumaş, renk, desen alternatifi oldukça fazla.

                                                 slinglibrary.weebly.com 'dan alıntıdır.
Evde rahatça dikilebilir. Hatta ben bile, dikiş bilgim olmamasına rağmen bir tane diktim ve bir süre bebeğimi içinde taşıdım. Bunun için internette birçok farklı ölçü ve kalıp mevcut. Ben, kendime göre en uygun ölçü ve kalıbı kullandım.
 Bunların dışında, ergonomik kanguru olarak geçen, omuz ve belde kullanılan dolgular sayesinde (kendiniz için doğru ayarları bulduysanız) bel, sırt ve omuzda ağrı yapmayan, ağırlığı her iki tarafa eşit şekilde dağıtan, bebeği çok uzun süre taşımaya imkan sağlayan (biz kanguruyu kullanarak 2-2,5 saat rahatça gezebiliyoruz), kilit mekanizması sayesinde takılıp çıkarılması çok pratik hale getirilmiş farklı markalarda ürünler var. Bence hangi marka olursa olsun tercihiniz sizi çok memnun edecektir, pişman etmeyecektir. 

   Söylediğim gibi, çok araştırdım. Neredeyse tüm müşteri yorumlarını okudum. Hepsinin birbirinin muadili, kaliteli, garantili, ömürlük kangurular olduğunu gördüm. Ve en sonunda Momfortbaby ergonomik kanguruda karar kıldım. 
 Sebeplerine gelince:
- Yerli üretim olması benim için çok önemli bir kriterdi.
- Fiyatı, diğer markalara göre çok uygundu.
- Müşteri yorumlarını içten, sıcak buldum. Bu da satıcıya güven duymamı sağladı (diğer markaların satıcılarıyla ilgili bir sorunum yok bu arada).
   Çok güzel renkler mevcut. Benim gönlüm aslında jean kumaştan yanaydı:

 Ama benim kıyafetlerimle de daha rahat uyum sağlaması açısından gri olanı tercih ettim:
                        
   Hangi markayı tercih ederseniz edin, aldığınız kangurunun ergonomik olmasını göz ardı etmeyin. Bu, bebeğinizin kalça gelişimi için çok önemli. Ergonomik kanguruların sıradan olanlarla arasındaki farkı anlatan güzel bir resim:


     Kanguru ve slinglerle ilgili bir çok deneyim yazısı var internette. Siz de araştırıp kendiniz ve bebeğiniz için en uygun olanına karar verebilirsiniz.

Not: Hangi marka ve model bebek taşıyıcı kullanıyorsanız, lütfen bebeğinizin yüzü dışarı bakacak şekilde durmasın. Bu, özellikle omurga gelişimi açısından hiç uygun bir pozisyon değil. Ben wrapta bile bebeği dışa dönük taşıyan anneler gördüm maalesef.

8 Şubat 2016 Pazartesi

İKİ ÇOCUKLU HAYATA ADAPTASYON

   
   Hamile kaldığımda bir söz duymuştum: Bir çocuk hiç çocuk, iki çocuk çok çocuk... demişlerdi. Sıradan, yurdum insanının alışılagelmiş korkutma isteğiyle yoğurulmuş, zaman zaman gerçekten zor olan bir durumu anlatmak için kullanılan abartı bir söz bence. Evet bazen ciddi anlamda zorlanıyorum, ev işlerine yetişme çabam yok zaten ama çocuklarımın istek ve ihtiyaçlarına yetişemediğim çok zaman oluyor. Ama sonuçta insanım. Bir de çocuklarımı nasıl "çok" diye nitelerim yahu! Topu topu iki tane, Allahım sağlık, mutluluk, huzur nasip etsin, bizi birbirimizden ayırmasın inşallah.
   Peki ben her daim "amaaan yetişemezsem ne olacak sanki, insanım sonuçta" modunda mıydım? Asla öyle değildim. Büyük oğlumda annelik yaptığımı zannederek kendimi yırtarcasına öğretmenlik yapmışım. O kadar ki, 3,5 yaşında kreşe başladığında ana-ara renkler, geometrik şekiller, hayvanlar, taşıtlar, meve-sebzeler, boya çeşitlerinin kullanımı, vs her şeyi zaten bilir vaziyetteydi. O yüzden kreşe alışmakta hiç zorlanmadı, hiç bir zaman da sorun çıkarmadı. Ve açıkçası bu nedenle kreş ona sadece sosyal bir ortam oldu.

   İkinci kez anne olduğumda, oğlum 2. sınıfa gidiyordu. Gebelik sürecim boyunca onu kardeşinin gelişine hazırladık. Bolca konuştuk. Ona olan ilgi ve sevgimizin asla değişmeyeceğini, ancak kardeşinin tüm ihtiyaçlarını biz karşılamak zorunda olduğumuz için biraz fazlaca zamanımızı alacağını anlattık. Ha, bir de kardeşini dünyaya getirmeye biz karar verdiğimize göre onunla ilgilenmenin de bizim sorumluluğumuz olduğunu, vs anlattık. Ayrıca kıskançlık, korku, sevgi, heyecan... her ne hissediyorsa bize çekinmeden anlatmasını rica ettik (gerçi bunu her zaman söylüyoruz ama o sıralar biraz daha fazla tekrar ettik). En başta çok endişeliyken (kardeşim doğunca benim odamı ona vereceksiniz, eşyalarımı oyuncaklarımı ona vereceksiniz gibi şeyler söylüyor, endişesini dile getiriyordu) bu konuşmalar sayesinde epey rahatladı. Ama tabi bilinmeyene yolculuğun verdiği tedirginliği atması çoook daha uzun zaman aldı; hepimizi için öyle oldu aslında.
   Doğumdan sonra, daha önceden doktorumla konuştuğumuz gibi, geceyi hastanede hep birlikte geçirdik. Eşim ve oğlum tam karşımdaki odada kaldılar. Onların orada olduğunu bilmek içimi inanılmaz rahatlatmıştı (yanımda annem vardı). Ertesi gün bebekle birlikte eve döndüğümüzde hepimiz şaşkın, tedirgin ve tetikteydik. Bebekli, iki çocuklu hayatın ne getireceğini bilmiyorduk. Ama oğlum, kardeşini çabuk kabullendi, sahiplendi. Neredeyse kıskanmadı diyebilirim. Hatta bebeğim bir haftalıkken sarılık nedeniyle bir gece küvözde kaldığında bizim kadar o da endişelendi, üzüldü. 

   Bebekli hayatta benim psikolojim nasıldı?
 Ben, büyük oğlumda olduğu gibi hemen postpartum depresyona girmiştim bile. Geçmeyen ağlamalar, tarif edemediğim endişeli ruh hali, oğluma yetememe korkusu, onu ihmal ettiğim düşüncesi, ona acıma, haksızlık ettiğimi düşünme, vs içimde fırtınalar kopuyordu. Tabi bunları anlatmak dile kolay. Dilerim ki hiç bir kadın anne olduktan sonraki dönemini bunalımlarla geçirmez. Doya doya tadını çıkarır. Bu arada, bebeğim 4 aylıkken çok rahatsızlandım, yaşadığım her şeyi de postpartum depresyona bağladım. ama değilmiş. Tiroit bezimde iltihap varmış (tiroidit) ve her şeyi o kadar yoğun yaşamamın sebebi de buymuş. Bu da ayrı bir post konusu olsun.
   İki çocuk arasında dengeyi nasıl kurdum?
 Öncelikle, büyük oğluma eskiden olduğundan çok daha fazla sarıldım, öptüm, onu sevdiğimi çok daha fazla söyledim. Bebeğimi uyutunca hemen abisiyle aktivitelere başlıyorduk. O uyurken mümkün olduğunca sessiz aktiviteler seçiyorduk, uyanıkken ses çıkarabileceğimiz oyunları oynuyorduk:
- İsim-şehir
- Amiral battı (amiral battı ve SOS oyunlarını bilgisayarda hazırlayıp bolca çıktısını alınca çok kolaylık oluyor)
- SOS
- Fark bulma oyunları (internetten), kelime bulmaca
- Gizli nesne bulma oyunları (internetten)
- Top oyunları
- Basketbol
- Langırt. En çok zevk alarak oynadığımız oyundu. Futbol hastası oğlumun favori oyuncağı oldu. Ayrıca ev için de ideal boyutlarda. kutu kutu oyuncak sitesinden şu modeli aldık:
Biz zamanında kargo dahil 100 tl ye almıştık ama uzun zaman geçti, şimdi zamlanmış tabi. Şu anki satış fiyatı 119,9 tl.
Ve şu an aklıma gelmeyen bir sürü farklı oyun... Bolca sohbet ettik, gülüştük. Sık sık dışarı çıktık ama bebeğimin ağlama krizleri ve sürekli kucak istemesi nedeniyle bu gezmelerin fazla uzun sürdüğünü söyleyemem. Bebeğimin kucak ihtiyacı ve bebek arabasıyla her yere girip çıkmanın mümkün olmaması nedeniyle de uzun uzun araştırıp ergonomik bir kanguru aldım. Bizi inanılmaz rahatlattı (bir post konusu da bu olsun). 
 Benim dinlenmeye, sakinliğe çok ihtiyacım olduğu zamanlarda büyük oğlumu babasıyla birlikte iş yerine gönderiyordum. Ona da iyi geliyordu, bana da. 
 Zaman ilerleyip düzen oturdukça, bebeğim biraz daha etrafın farkına vardıkça, büyük oğlum da rahatladıkça ve ben de tiroit ilacımı düzenli kullanmaya başlayınca her şey çok daha kolay olmaya başladı. 10 dk bile olsa abi-kardeş oyun oynayıp gülüşmeye, ben de onları keyifle izlemeye başladım. Daha sonra (genelde mızıkçılık yapıp oyunu bozacak da olsa) bebeğim de oyunlarımıza katılmaya başladı. Top oyunları, saklambaç, bowling, vs hep birlikte oynadığımız oyunlar. 

   Allah'a şükürler olsun şimdi her şey çok daha keyifli. Bebeğim neredeyse 21 aylık oldu. İki yaş sendromundayız. Uykularımız hala problemli. Büyük oğlum kardeşini kıskanmadı ama kardeşi abiyi kıskanıyor. Bloguma post yazma zamanım neredeyse yok denecek kadar azaldı. Ama artık bir düzenimiz var. 

   Yeni anneler, anne adayları, ikinci bebeğini bekleyenler... Bunlar benim yaşadıklarım. Asla sizi korkutmak istemiyorum. Aksine, ilk günler zor olsa bile sonradan güzelce düzen oturtulabiliyor diye yazdım bunları. Bu arada, ilk çocuk tecrübesizliğe geliyor ve gerçekten ikinci çocukta daha rahat olunuyor. Ama üçüncü çocukta tamamen anne olmanın keyfi çıkarılıyor diyorlar :) Ben diyenlerin yalancısıyım :) blogcu anne Elif Doğan da öyle dediğine göre doğrudur. Ben düşünmüyorum ama üçüncü çocuğu düşünenlere duyurulur :)))

NOT: Yazım hatalarım varsa affedin. Yazıyı çok zor bitirdim ama artık bebeğim durmadığı için kontrol etmeden yayınlayacağım.

   Herkese mutlu, sağlıklı, huzurlu ve bereketli günler dilerim. Sevgiyle kalın...