31 Mart 2016 Perşembe

Çocukta Başlar - Damla ÇELİKTABAN

Annemin Kitaplığı , Facebook sayfasında paylaştı bu linki. Bana göre bir çoğumuzun yaptığı ve çocuklarımızın kişilik gelişimi üzerinde olumsuz etkileri olan ancak çoğumuzun hayat kosturmacasinda farkına bile varamadığımız, küçük görünen ama aslinda cok daha derin bazı yanlışları özetleyen bir yazı. Yazarın kalemine sağlık. Hepimize farkındalık kazandırması dileğiyle...

Çocukta Başlar

Not: Yukarıda linkini verdiğim Annemin Kitaplığı Facebook sayfasını ve BURADAKİ internet sitesini takip etmenizi şiddetle değil ama ısrarla tavsiye ediyorum. Çocuğa yaklaşım, öfke kontrolü, vs konularında ben de kendisinden oldukça faydalanıyorum.

29 Mart 2016 Salı

KENDİMİZDEN VAZGEÇİRİLDİK! YENİDEN BULALIM İÇİMİZDEKİ BİZİ

   Dün, sevgili oyuncuanne-Şermin Çarkacı 'nın bir paylaşımı gözüme çarptı Facebook'ta.. Özetle, kadınların eş ya da anne olduktan sonra, bu sıfatların, kendi kişiliklerinin, kendi isimlerinin önüne geçtiğinden bahsediyordu. Yazıyı okuyunca şöyle bir düşündüm bu konuyu, sonra yorum yazmaya başladım. Ancak baktım ki yorumum çook uzun olacak, en iyisi bloga yazayım dedim. Ki zaten epeydir yazmayı düşündüğüm ama toparlayıp da yazıya dökecek vakti bir türlü bulamadığım bir konuydu. Belki sonra oraya da kopyalarım yazımı.



   Eş, anne, kendinden vazgeçip ailesi için yaşayan kadın... Bunlar küçüklüğümüzden itibaren bize dayatılan roller. Fedakar, kendini unutan, hayatını başkalarına adamak için yaratılmış, evlenip yuva kurmak ve çocuk doğurmak, hayatının evlilikten öncesini kendi anne babasına hizmetle geçirdiği gibi kalanını da kocası ve çocuklarına adayan, adaması beklenen varlık. Hangimize gerçekten ne istediği soruldu? Kaçımıza herkesten önce kendimizi sevmemiz gerektiği öğretildi? Veya içimizden kaç kişi gerçekten özsaygısı olan bir anne tarafından büyütüldü? Erkekler hep "eli işe yatkın olmadığı için" işleri beceremeyen, hürmet görmesi ve sözüne uyulması gereken üstün varlık değil miydi bizi yetiştirenlerin gözünde? Dolayısıyla da kadın, erkeğin arkasını toplayan, evi derleyip toparlayan, çekip çevreleyen rollerine büründürülmüyor mu otomatik olarak? Hatta daha küçücük kız çocuklarına düğünlerde gelinlik giydirilip evliliğe özendirilmiyor mu? Çocuk gelinlerin olması kesinlikle insanlık dışı ama bizler, kızlarımızın kafasına evlilik fikrini sokacak şeyler de yapmıyor muyuz? Baksanıza kız-erkek ilişkileri, sevgili olmalar, hamile kalmalar, vs ne kadar küçük yaşlara indi. Tabi bunda televizyonun rolü de asla küçümsenemez.
   Kız çocuklarının oynadığı, içgüdüsel olarak ortaya çıktığı söylenen evcilik oyunları, ailedeki rollerin, çocuğun gözüne, zihnine ve ruhuna yansıması. Aynı şekilde erkek çocuklar için de geçerli bu. Kızlar hep yemek yapan, sofra kuran, bebeğe bakan; erkekler hep araba kullanan, para kazanan, hazır sofraya oturan, vs. Yani bu haksız rol paylaşımı ve "fedakar kadın" dayatması, ta o zamanlardan başlıyor. Sonrasında da tabi devam ediyor. Kız çocukları ev temizliğinde anneye yardım eder, yemek-pasta yapmayı öğrenir, el işi öğrenir; erkek çocukları da babasıyla birlikte dışarı çıkar, daha küçük yaşta babasının kucağında direksiyona geçer, gezip tozup tıpkı babası gibi önüne kurulan sofraya kurulur. Benim ailemde de bu böyleydi. Anneme göre, evin erkeğine sonsuz saygı duyulmalı. Erkek çocuk da (her ne kadar annem gerçeği inkar etse de) hürmet, hizmet görmeli. Mesela erkek kardeşimin de benimle birlikte sabah dersi varsa (her ikimiz de orta okuldaydık) annem kalkmaz, kahvaltıyı ben hazırlardım. Ama benim dersim öğleden sonraysa annem kalkıp erkek kardeşime kahvaltı hazırlardı. Yani kardeşime bir şekilde hizmet edilirdi. Ki aramızda sadece 15 ay var ve o da benim kadar kahvaltısını hazırlayacak yeterlilikteydi. Tabi erkek kardeşim, kızkardeşlerinden hep hizmet ve çok büyük saygı bekleyen biri olarak yetişti. Bu ona da haksızlık bence. Neden oğullarımızın içine, başkaları ona hizmet etmezse kendi başına bir şey yapamazmış duygu ve inancını yerleştiriyoruz ki? O kendi kendine yetemez mi, peynirini zeytinini dolaptan çıkarıp karnını doyuramaz mı? (Bu arada annem benim için özel olarak kalkıp kahvaltı hazırlamadı, içimde uktedir)
 
   Sonra yaşı gelir, kız evlenecek olur. Babası onu "verir", erkek ailesi ise "alır". Kızı gelin vermek, kızı gelin almak...
   Nikah günü imzalar atılır, genç kızın soyadı değişir. Derken evinin kadını, kocasının eşi, çocuklarının annesi olur. Ama "Ayşe, Fatma, Hatice, Merve, Çiğdem, Özlem..." çok gerilerde kalmıştır artık. Hep öyle örneklere alışmış olduğu için kendisi bile fark etmez bunu. Sonra kendi oğlunu-kızını da aynı şekilde yetiştirmeye devam eder. Olur da oğlu yanlışları fark edip kendi sevgilisine, karısına hak ettiği şekilde davranırsa "kılıbık erkek, light erkek", kızı baş kaldırıp hakkını aramak ve elde etmek isterse de "asi, aykırı, yoldan çıkmış"...

   Elbette ki özellikle kız çocukları hayatın zorluklarına göğüs gerecek şekilde güçlü yetiştirilmeli, tek başına da ayakta duracak donanıma sahip olmalı. ev işi, mutfak, el işi, alışveriş, para kazanma, genel kültür, diplomalar, sertifikalar, savunma sporları, vs. Çünkü memleketimde kadın olmak zor.  Ama bunlar, kendini unutturarak öğretilmemeli. Başka seçeneği yokmuş gibi, ileride sırf kocası ve çocukları için kullanılmak üzereymiş gibi olmamalı.

   Hem erkek hem kız çocuklarımıza öğretmeliyiz önce kendini sevmeyi, kendine saygı duymayı. Daha sonra da başkalarına karşı saygılı olup kimsenin sınırına girmemeyi, kimse için kendi sınırını yıkmamayı. Hayatta mutlaka fedakarlık yapılması gereken zamanlar olacak. Ama bunun da bir sınırı olmalı. Fedakarlık tek taraflı olmamalı mesela. Veya sınırlarımızı yıkacak şekilde yapılmamalı. Kendimizden vazgeçirmemeli bizi. Belki de nesillerimizin kurtuluşu bundadır. Önce kendine sonra çevreye saygılı ve sevgili bireyler olabilmek, öyle bireyleri yetiştirebilmek...

   Ben de iki erkek evlat, E.B. ve E.B. 'nin annesiyim. B.'nin eşiyim. Ama önce Y.'ım ben. Onların asla tırnağına bile zarar gelsin istemem, onlar için yapabileceğim ne varsa hepsini yaparım, gözümü kırpmam. Ama  kendi varlığımın, kıymetimin de farkındayım. Küçük küçük de olsa ruhumu şımartacak bir yol bulurum. Gün içinde kahve molalarım, iki sayfa bile olsa kitap okuma aralarım, mandala-el işi-geri dönüşüm, vs etkinlikler için her gün düzenli olmasa da iki arada oluşturduğum fırsatlar mutlaka vardır. Hepimiz yapalım bunu. Hayat zor, kadın olmak, çalışan/dışarıda çalışmayan kadın olmak, anne olmak zor. Eğer biz benliğimizin farkında olursak o zorlukları aşmak daha kolay.

Not: Bu konuyla alakalı bir kitap var:


Mutlaka okumanızı tavsiye ederim. 
Yazarı Feyza Hanım'ın bir İnstagram sayfası var: https://www.instagram.com/feyzalt/?hl=tr
Aynı zamanda bir de blog yazıyor: http://avukatfeyzaltun.blogspot.com.tr/2015_03_01_archive.html?m=0 
   Dünya görüşü ya da siyasi düşüncelerimiz uyuşmuyor olabilir ama kadınlarla ilgili konularda yaptıkları takdire şayan bence.

 

25 Mart 2016 Cuma

BİR TOPLUM BASKISI: KARDEŞ ŞART MI?

   En son postumun üzerinden 17 gün geçmiş. Bir türlü yazmaya vakit bulamıyorum, bulduğum vakitte de elim klavyeye gitmiyor açıkçası. Bebeğimin yanması ve iyileşme süreci, ardından iki oğlumun da ağır gribe yakalanması, üst üste olan patlamalar, şehit haberleri, vs derken stressiz geçen bir günümüz olamıyor son zamanlarda. Herkes üzgün, herkes korkuyor, herkes tedirgin. Bu kara bulutların dağılması için dua etmekten başka bir şey gelmiyor elimizden maalesef.

 Bu post da uzun zamandır taslak olarak bekleyenlerden. Birazcık kendimi toparlar gibi olduğum bu akşam içimden gelen yazma isteğiyle oturdum bilgisayarın başına. Umarım iyi bir şeyler çıkar diyerek konuyu bağlayayım.

 


   Çocuğumuz olmasa bile sadece eşimizle de bir aile olabildiğimizi kabul etmeyen, hayatımızın her anına karışma ihtiyacı duyan, her konuda kendisine sorulmadan fikir beyan insanlar ne kadar da sinir bozucu oluyorlar öyle değil mi? Üstelik karıştıkları konularda, mecbur olmadığımız halde yaptığımız açıklamaları da kabul etmeyip "olur mu öyle şey, şöyle şöyle olmadan olur mu", vs diyerek kendi doğrularını dikte etmeye çalışmaları da ayrı olay. Ne, kime, neye göre olmazsa olmaz? Senin doğrularınla benimkiler aynı olmak zorunda mı? Yok, anlatamazsınız kimseye.
 
   Aynı baskıya birçok konuda ben de yoğun bir şekilde maruz kaldım tabi. Tıpkı çocuk konusunda olduğu gibi. Biz evlenirken eşimle bir karar almıştık: En az iki yıl çocuk düşünmeyecek, evliliğin tadını çıkarmaya çalışacaktık. Öyle de yaptık tabi. Ama bu iki yıl içinde kendi annemden tutun da komşulara, akrabalara, arkadaşlarıma kadar herkes bu kararımızı yargılama hakkı buldu kendinde. O zaman daha 23 yaşındaydım, dilimin ucuna gelen cevapları söylemeye çekiniyordum ve herkese nedense kısa da olsa açıklama yapmak zorunda kalıyordum. "Şimdilik düşünmüyoruz" cevabı kimseye yetmiyordu çünkü. Şimdiki aklım olsa en net ifadeyle "biz öyle karar verdik, kimseyi ilgilendirmez" diye cevabı yapıştırır, herkesin ağzını kapatırım. Kırılan kırılır, umurumda olmaz. Başkasının hayatına karışmaya cüret eden, aldığı cevaptan da gocunmayacak.

   Allah gönlümüze göre verdi, planladığımız gibi gitti her şey. Üzerime annelik çökünce yavaş yavaş büyümeye, olgunlaşmaya, araştırıp öğrenmeye, daha geniş ve detaylı düşünmeye başladım. Öğrendikçe gördüm ki toplumumuzdaki bu "başkasının hayat senaryosunu yazıp yönetme isteği", çok fazla kadının canını acıtıyor aslında. Çünkü bebek sahibi olmak isteyip olamayan, bu uğurda her şeyini feda etmeye hazır olan, yolda bir bebek görme korkusu nedeniyle evden dışarı çıkamaz hale gelecek kadar iç dünyası yaralı o kadar fazla kadın var ki. Ve bu sorulara her maruz kaldıklarında dünyaları yeniden tepetaklak oluyor. Onlara bunu yaşatmaya kimsenin hakkı yok, hatta kimse kimsenin hayatını yargılamamalı, sorgulamamalı. Kendisine sorulmadan fikir beyan etmek ukalalıktan başka bir şey değil, çok da itici.

   Oğlum doğduktan sonra, iş hayatımın yoruculuğu ve stresi, bebek bakımıyla ilgili benim pimpirikli, takıntılı psikolojim, ikinci bebek fikrini kafamdan sildi. En azından uzun süre için bu konuyu kafamda bir yere kilitledim. Ama oğlumun bebekliğiyle ilgili içimde kalan, tatmayı umup da tadamadığım çok fazla şey olmuştu. Ve bir süre sonra bunları yaşama isteği yavaş yavaş içimi kemirmeye başladı. Ama yine de cesaret edemiyordum yeni bebek fikrine. Ta ki oğlum bir gün sebepsizce ağlayarak yanıma gelinceye kadar. Bana "anne benim bir kardeşim olsun. Siz ölünce ben tek başıma ne yaparım" dedi. Onu o düşünceyle ağlarken görmek kalbimi çok yaralamıştı. Ona sarıldım ve "Eğer bize bir şey olursa, senin her zaman arkanda duracak teyzelerin var. Kardeşinin olup olmayacağı konusuna babanla benim birlikte karar vermemiz gerekiyor. Ve tabi ki biz buna karar verirsek ve Allah nasip ederse olabilir" şeklinde özetleyebileceğim bir konuşma yaptım. Ne yalan söyleyeyim kelimeleri seçerken çok zorlandım. Öncelikle henüz yedi yaşındaydı. Eğer bir kardeşi olacaksa, o istediği için olduğu fikrine kapılmaması gerekiyordu. Hayatta istediğimiz bazı şeylerin gerçekleşmeme ihtimali olduğunu kabul etmesi, bunun kısmetle alakalı olduğunu da öğrenmesi gerekiyordu, vs. O günkü konuşma, bizim yeni bir bebek fikrini düşünmemizi ve bunu istediğimize karar vermemizi sağladı. Oğlum sekiz yaşındayken ikinci bebeğim dünyaya geldi şükürler olsun.

   Peki kardeş şart mı?
 Bu tamamen ailenin şartlarına göre değişen bir konu. Bana göre hem şart, hem değil.
- En önemli konulardan biri, aile içinde huzursuzluk olup olmadığı. Eğer bir huzursuzluk yaşanıyorsa, eşler arasında iletişim problemi ve geçimsizlik varsa bu sorunlar çözülene kadar bebek fikri bekleyebilir. Kaldı ki böyle bir ortamda yaşamak zorunda olmak, zaten ilk çocuk için bile bir travma.
- Maddi problem varsa, bütçe dört kişilik bir ailenin giderlerini karşılamayacaksa bebek fikri bekleyebilir.
- Bakıcı sorunu varsa ve anne de doğum izni bitince işe dönmek zorundaysa bebek fikri bekleyebilir.
- Anne ya da baba büyük stres altındaysa ve sabır konusunda sınırlarını zorlayan bir hayat yaşıyorlarsa bebek fikri bekleyebilir.
- Ailede herkes hayatından memnunsa ve böyle köklü bir değişiklik dengeleri sarsacak, bozacaksa bebek fikri bekleyebilir.
.
.
.
   Kısacası bana göre yeni bebeğe karar verip vermeme konusunda bazı kriterler bunlar. Bu maddeler çoğaltılabilir elbette. Tabi biz ne kadar düşünsek de, tedbirler alsak da veya kesinlikle bebek istiyorum desek de  takdir Allah'tan.

   Çocuksuz hayat, çocuklu hayattan daha kolay ve daha az yıpratıcı. Tek çocuklu hayat çocuksuz hayattan daha zor ama daha güzel. İki çocuklu hayat ise, tek çocuklu hayattan kesinlikle çok daha zor ama çok çok daha güzel.

   Evlatlarımın

böyle değil

                                (bilgiruhu.com'dan)
böyle olmaları için hep dua ediyorum.

   Allah'ım isteyen, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirebilecek, maddi manevi külfetini kaldırabilecek, onu yetiştirmek için elinden gelenin en iyisini yapacak herkese hayırlı evlatlar nasip etsin. Sevgiyle...

8 Mart 2016 Salı

BEBEKLE EV AKTİVİTELERİ (İNCE MOTOR BECERİ VE KOORDİNASYON GELİŞİMİ İÇİN)


   Bu konuda yapılabilecek o kadar çok çalışma var ki. Gerek hazır materyallerle, gerek evde bulabileceğimiz materyallerle her şekilde küçük kas gelişimini desteklemek mümkün. Ben, çoğunluğu her evde bulunabilecek malzemelerle bir kaç örnek vermek istiyorum:

- Mandallar: Plastik mandallar, bu iş için mükemmel. Kutuların kenarına, kağıtlara, çamaşır ipine, kitaplara, vs kısacası mümkün olan her yere mandal takıyoruz. Gerekirse ilk zamanlar sadece açıp kapatma şeklinde çalışın. Avuç içiyle veya parmakla... Çalıştıkça bebeğinizin kasları kuvvetlenecek, mandalı daha kolay açabilir hale gelecek. Açtığı mandalı gösterdiğiniz yere takıp çıkarırken el-göz koordinasyonu gelişecek. Renkli mandallarla, renklerine göre takıp çıkarma aktivitesi yaparak çalışmayı çeşitlendirebilirsiniz.

- Kağıt yırtma: El-göz koordinasyonunun gelişmesi ve parmak kaslarının kuvvetlenmesi için çok iyi bir çalışma. Müsvedde kağıtlarınızı kullanabilirsiniz. Başlangıçta kağıtları rastgele yırtarken, gelişme kaydettikçe, kağıtların üzerine çizdiğiniz şekilleri takip ederek yırtmasını isteyebilirsiniz. Kağıtları mümkün olduğunca küçük parçalar halinde yırtmasını isteyin. Yırtılan kağıtları bir poşet içinde biriktirip geri dönüşüme gönderebilirsiniz.

- Yırtılmış kağıt parçalarını bir tepsi içine koyun. Üfleyerek ilerletmesini isteyin. Bu çalışma hem dudak çevresi, hem yanak, hem de solunum kaslarının gelişimini sağlayacak. İleri aşamada, pipet kullanarak kağıtlara üfleyebilirsiniz.

- Üfleme çalışmasını, elinizde yuvarlayıp top haline getirdiğiniz alüminyum folyo parçalarıyla da yapabilirsiniz. Hatta topları oluştururken bırakın birkaç parça da bebeğiniz yapmaya çalışsın.

- Yırtılmış kağıt parçalarını boş bir şişeye doldurun. El-göz koordinasyonu için çok iyi bir çalışma.

- Plastik bir şişeye taş doldurun. Sivri kenarlı olmayan taşları kullanın. Eliyle ve sonra da kaşık kullanarak denemesini isteyin. Bu arada attığınız her taşı sayarak sayı çalışması da yapmış olursunuz. Renkli taş kullanıyorsanız "kırmızı taşı at, mavi taşı at" şeklinde renk çalışması da yapabilirsiniz.

- Oyun hamuruyla oynatın. Daha önce tarifini verdiğim ev yapımı oyun hamuru benim kullandığım. İnternette başka tarifler de var. Veya güvendiğiniz bir markanın ürününü hazır olarak da alabilirsiniz. Bebeğiniz küçük merdaneyle hamuru açsın, kalıpları üzerine bastırsın, hamuru avucunda yuvarlasın, parmaklarını içine batırsın, iki parmağıyla hamuru küçük parçalara ayırsın, vs. İnanılmaz faydalı bir çalışma.

- Parmaklarla adımlama: Parmaklarla merdiven tırmanıyormuş gibi yapın. Bunun için mesela abaküs kullanabilirsiniz. Abaküsün çubukları merdiven basamağı olacak yani. Bebeğinizin minik parmakları için de uygun aralıklı basamaklar ayrıca.
- Bul-tak oyuncaklar: 
- Plastik çiviler: Önceleri rastgele tutturabildiği yere takıp, parmağıyla üstüne bastırıp sabitlerken ilerleyen zamanlarda sizin gösterdiğiniz deliğe takmasını isteyerek parmak kasları ve el-göz koordinasyonu çalışmış olursunuz. 




- Köpük tabak (ben marketten aldığımız meyvelerin köpük tabaklarını hiç atmam. Yıkayıp bu aktivite için kullanırım) ve kürdanlar: Plastik çivilere alternatif olarak kullanılabilir. Kürdanları tabağa takıp çıkaracak. Deliklerden ip geçirme çalışmasıyla da çeşitlendirilebilir.Tabak iyice kullanılmaz hale geldiğinde de onu yırtıp küçük parçalara ayıracak, parçaları tek tek plastik şişenin içine dolduracak. Hem kas kuvvetini hem el-göz koordinasyonunu geliştirici bir çalışma. Ayrıca sürtünme yoluyla elektriklendirdiğiniz plastik bir materyali bu parçalara yaklaştırıp çekmesini sağlayarak da çalışmaya eğlence katmış olursunuz. 

-Koordinasyon materyalleri:
Genel olarak fiyatları biraz yüksek. Evde kullanılması şart olan şeyler değil ama alabiliyorsanız bebeğiniz bunlarla çalışırken daha çok eğlenecektir.








- Beceri küpü:


   Özel eğitimde çalışırken tepe tepe kullandığım bir materyal. Her yüzünde farklı çalışmalar var. Fermuar, kemer, düğme, çıtçıt, vs. Hem küçük parmak kaslarını çok güzel çalıştırıyor hem de günlük yaşam becerileri için iyi bir hazırlık oluyor. Hazır alınabileceği gibi evde de yapılabilir. Ben bebeğim için kendim yapacağım. Sert karton kutu hariç diğer malzemelerim var (hazır olanların içinde sert sünger var). Tabi bunun için özel bir materyal kullanmak zorunda değiliz. Giydiğiniz kıyafetleri de kullanabilirsiniz ama böyle bir malzeme, çalışmayı eğlenceli hale getiriyor.

   - Şişe kapağı açıp kapatma: Bu da koordinasyon için çok iyi bir çalışma. 

- Kasenin içine koyulmuş boncuk, taş, vs yi iki parmağını kullanarak tek tek kaseden alma. Aldığı materyali şişenin içine atabilir. 

- Kalem, boya, vs ile karalama yapma. Büyük bir defter kullanırsanız bebeğinizin çabuk sıkılmasını da önlemiş olursunuz. Küçük alandan sıkılıyorlar çünkü.

   Yapılabilecek çalışmalar tamamen hayal gücümüze bağlı. Eminim sizler de bebeğinizin yaşına uygun birçok fikir üretebilirsiniz.
   
    Ben büyük oğlumla çok fazla aktivite yapmıştım. Hatta o kadar ki, işten kalan vakitlerim, ona annelik yapmaktan çok öğretmenlik yapmakla geçmiş, çok sonra fark ettim maalesef. Şimdi küçük oğluma da yukarıda saydığım gibi çalışmalar sunuyorum ama asla ısrarcı olmuyorum. En fazla 5 dakika dikkatini veriyor, sonrasında yine haylazlık peşine düşüyor. Ama artık olgunlaştım, hiç takmıyorum kafama. Çalışmalara istediği kadar katılır, istemezse katılmaz. Onun seçim hakkına saygı duyuyor, anneliğimin daha çok farkında olarak ona sevgimi sunmaya çalışıyorum. Öğretmeni değil annesi olduğumu hissettirmeye çalışıyorum. 

Not: Hangi aktiviteyi yaparsanız yapın, bebeğinizi kesinlikle bir an bile materyallerle yalnız bırakmayın. Bahsettiğim çalışmalar küçük parçalarla yapılıyor ve bebekler de kaşla göz arasında her şeyi ağızlarına atıveriyorlar. Aman dikkat.
   
   Huzur ve sevgi dolu günler...

7 Mart 2016 Pazartesi

ANNE-OĞUL ZAMANI, İFTARLIK GAZOZ

   Çarşambadan beri kendimde değilim. Büyük oğlum da aynı şekilde. Bebeğimin yanması, benim kronik bahar yorgunluğum, oğlumla birlikte muzdarip olduğumuz alerjik rinit derken iyice psikolojimiz bozulmaya başlamıştı. Dün oğlumla birlikte evden bir süre için kaçarsak ikimize de iyi gelecek diye düşündüm. Bebeğimin pansumanını yaptım, eşime emanet ettim, büyük oğlumu alıp çıktım.
   Niyetim sinemaya gitmekti. İftarlık Gazoz filmiyle ilgili olumlu yorumlar okumuştum. Cem YILMAZ da oynuyordu, e haliyle merak ediyordum filmi. Baktım yaş grubu da 7+ olunca biletlerimizi aldık hemen. Oğlum yemek olarak sadece kumpir istedi. Özlemiş kuzum, epeydir yememişti. Karnını doyurup oyun alanında eğlendik. Ben avm lerin oyun alanlarını aslında hiç sevmiyorum. Son derece havasız, loş ışıklarıyla da boğucu yerler. Ama oğlumun eğlenmeye ihtiyacı vardı, el mecbur. Ardından sinemaya geçtik.
   Peki film nasıldı?
   En kısa ifadeyle benim beklentimi karşılamadı diyebilirim. Hem eğlenceli, hem duygusal sahneleri var evet ama o sakin ortamı evde sağlayabilirseniz eğer, televizyonda da aynı tadı alarak izleyebilirsiniz. Ben sinemada izlediğim filmlerde, türü ne olursa olsun, beni filmin içine çekecek duygu veya eğlence yoğunluğu arıyorum, bu filmde onu bulamadım maalesef. Ayrıca 7+ olmasına rağmen küfürlü ve bazı müstehcen sayılabilecek sahnelerin olması ayrı bir hayal kırıklığı oldu. Bazı sahnelerde biz oğlumla birbirimizi izlemek zorunda kaldık. Bu arada, filmlerde yaş grubu belirtilirken filmin detaylarının da ele alınması ve film öncesi gösterilen fragmanlarda da aynı şeye dikkat edilmesi  gerektiğini düşünüyorum. Bu konudaki düşüncelerimi konunun muhatabı mercilere de yazacağım.
   Oğlum filmi çok beğendi. Her zaman izlediği aksiyon ya da animasyon tarzından farklı bir tür olduğu için belki de. Ama ben ayrıntılara dikkat ettiğim için maalesef düşüncelerim pek olumlu değil.
   Her neyse, hafta sonu ana-oğul güzel bir aktivite yapmış olduk yine de. Uzun zamandır fırsatımız olmamıştı baş başa vakit geçirmeye. İyi geldi ikimize de.

4 Mart 2016 Cuma

İÇİM ACIYOR, BEBEĞİM YANDI

   Çarşamba akşamı başımıza geldi bu olay. Bebeğim oyuncaklarıyla oynuyordu. Ne zaman yanıma geldi anlamadım, birkaç salise içinde oyuncağını bırakıp yanıma gelmişti. Hemen kahveme baktığını fark ettim. O sırada oğlum mu elini uzatıp kahveyi devirdi, yoksa ben onu engellemeye çalışırken mi devrildi bilmiyorum, hatırlamıyorum. Ama bir fincan kahve yavrumun üzerine döküldü. Anında üzerini çıkarıp soğuk suyun altına tuttum bebeğimi. Yavrum nasıl da dooos dooos diye bağırıyordu. Dooos bebeğime göre soğuk demek. Onun sesi, kendi çığlıklarım hala kulağımda yankılanıyor. Bu sırada büyük oğlum da şoka girmiş bir halde kıpırdamadan, konuşmadan öylece kalakalmıştı. Bir taraftan eşimi arayıp hemen çağırdım. Şehrin bir ucundan eve gelmesi sadece 3 dakika falan sürdü. Nasıl geldiğini açıkçası kendisi de hatırlamıyor. O gelene kadar iki kez daha soğuk suya tuttum yanık bölgesini ve üzerine şeker serptim. Bebeğimi hemen havluya sarıp hastaneye gittik. Acil doktoru baktı, yüzeysel yanık, korkmayın dedi. Aslında ben de derin olmadığını biliyordum ama paniğimin nedeni var engelleyemiyorum. Postun sonuna yazacağım.
   Karnında, uyluğunda ve azıcık da kolunda vardı yanık yer. Karnında 50 kuruş büyüklüğünde iki yerin derisi ben üzerini çıkarırken kalkmıştı zaten. Soğuk suya tutup tutmadığımı sordu doktor. Tuttuğumu söyleyince de çok iyi yapmışsın dedi. Pansuman sırasında bebeğim korktuğu için çok ağladı, ağrısı yoktu, soğuk su ve şeker almıştı ağrıyı. Bandaj yapıldı. Daha sonra her gün pansumana geleceksiniz dendi, birkaç krem ve ilaç verildi, evimize döndük. Eve dönünce bebeğime ağrı kesici verdim, emzirip uyuttum. Tabi yaşadığı acı, şok ve korkunun etkisiyle bölük pörçük, ağlamalarla birlikte olan bir uykuydu. Bense gece boyunca yarasını korumak, sürekli kontrol etmek için neredeyse gözümü kırpmadım.

   Normalde kendi şartlarım içerisinde (evde ayrı bir yardımcım yok, temizlik, yemek, bulaşık, çocukların her türlü ihtiyacı, oyunları vs ile ben ilgileniyorum) son derece dikkatli bir anneyim. Ama buna rağmen bu olay geldi başımıza. Yanlışım var mıydı, o an dikkatsizlik mi yaptım, sürekli kafamda dönüp duran sorular. Ama hayır ben yine de dikkatli davranıyordum. Sadece bebeğim çok hızlı davranmış, gözümü sadece bir an için üzerinden çekmemi fırsat bilmiş ve fincanıma doğru atak yapmıştı. Yani bazen ne yaparsanız yapın olacak olanın önüne geçilmiyor. İşte bu kader noktası. Tüm çabalara rağmen engelleyemediğimiz şeylerin vuku bulduğu nokta. Keşke olmasaydı, keşke yavrumun canı acımasaydı. Ama oldu. Çok daha büyük bir hasarımız olmadığı için Allah'ıma şükrediyorum.

   Şu an bebeğimin hiç ağrısı yok şükürler olsun. Yaramazlıklara aynen devam. Hatta görünüşe göre psikolojik olarak da bir iz kalmamış gibi. Pansumanını da hastanede yaptırmak yerine evde kendim yapacağım. Çünkü kendisine yabancı birinin dokunması onu korkutuyor, ayrıca hastanede kullandıkları kremler de bize verdikleriyle aynıymış, sordum. Dolayısıyla bebeğimi her gün ayrı ayrı korkutmaya gerek yok. Yarasının izi de kalmayacak Allah'ın izniyle. Geçip gidecek, ama benim aklımda ve kalbimde hep bir izi duracak. Ben çocuklarımla ilgili her türlü tedbiri, elimden gelenin en iyisiyle aldığıma inanıyorum ve onları Allah'a emanet ediyorum. Bütün yavrularımız Allah'a emanet.

   Not: 1- Normalde haşlanma tarzı yanıklarda kıyafet çıkarılmadan direk suyun altına tutulur. Bu hem yanma olayını sonlandırmak için vakit kaybolmasın, hem de kıyafete yapışmış deri varsa, o kalkarken etrafına da zarar vermesin diye. Ama ben o noktada, panikle hata yaptım ve önce kıyafetlerini çıkardım. Gerçi banyoya koşarken yaptım bunu ama yine de suya ulaşmak için daha hızlı davranabilirdim.
            2- Hafif yanıklarda, yumurta akı mucizevi bir etki gösteriyor, bunu biliyordum. Ama o an, yumurta akı aklıma gelmesine rağmen dolaptan yumurtayı alıp, kırıp da akını yanık bölgesine sürmeyi bir türlü toparlayamadım kafamda. Tam bir akıl tutulması yaşadım.
            3- Hafif yanıklarda şekeri yanık bölgesine serpip birazcık ıslattığınızda, hızlı bir şekilde ağrıyı alıyor. Prof. Dr. Canan KARATAY bir ara bir programda, şekerin ilk keşfedildiği dönemlerde uyuşturucu olarak kullanıldığını söylemişti. Sanırım o etkisini burada da görüyoruz. Yalnız şeker serptikten sonra herhangi bir şekilde sürtünmeye neden olup, bölgeyi iyice tahriş etmemeye özen göstermek gerekiyor.
            4- Yumurta akı ve şekeri sadece yüzeysel yanıklarda kullanabiliriz. Derin yanıklarda, sağlık hizmetine ulaşana kadar, suyla müdahale dışında herhangi bir işlem kesinlikle yapılmamalı.
Dermatoloji Uzm. Dr. Emine Özge AYABAKAN'ın yumurta akıyla ilgili buradaki  makalesini okumanızı öneririm.

   Benim yanık konusundaki paniğim taa 1985 yılına dayanır. Kardeşim o zaman 15 aylıktı. Tabi annelik bilinci, tedbirler, vs o dönemde, şimdiki kadar derin değildi. Akşam biz odada otururken kardeşim mutfağa geçmiş, ocağın üzerinde duran ve içinde yeni demlenmiş olan çayın bulunduğu çaydanlığı ocağın üzerinden çekmişti. Biz çığlık sesiyle mutfakta bulduk kendimizi. Kardeşim çok kötü şekilde yanmıştı. Ayrıntısını, görüntüyü anlatmayı yüreğim kaldırmıyor. Annem hemen lavaboda soğuk suyun altına tuttu, üzerine bir tüp yanık merhemi boşalttı (evde her zaman bulundururdu). Hastaneye yetiştirdiler. Kardeşim uzun süre hastanede tedavi gördü, ardından ameliyatlar geçirdi. Çok zor zamanlardı bizim için. O gün, o akşam ve sonrasında yıllarca yaşadığımız üzüntü asla unutulur gibi değil. O yüzden, en ufak bir yanık vakası, ailemdeki herkesin aklını başından almaya yetiyor.
 
   Sanırım içimi dökmeye ihtiyacım vardı çarşamba akşamından beri. Belki de o yüzden yazdım bunu, bilmiyorum. Cümleleri de zor toparlıyorum zaten hala. Tedbirlerimizi almayı unutmayalım. Tüm yavrular Allah'a emanet.          

1 Mart 2016 Salı

SADELEŞMELİ ŞU HAYATTA

 

   Hem içeride, hem dışarıda... Hem ruhen, hem bedenen... Hem madden, hem manen...
 
   Önce içindekilerle, içinde kalmışlarla hesaplaşmalı belki. Sıkıntılarını tek tek eleyip, bertaraf edip geçmişe gömmeli. Yoksa, onlar bizi bertaraf ediyor zira.
   Öfkesini dindirmeli, çözmeli. Bastırmadan ama. Kızdığında, tam olarak neye kızdığını düşünerek başlayabilir mesela. Onu düşünürken zaten sakinleşiyor insan. Ben sakinleşiyorum en azından. Ve çoğu zaman aslında kızılacak bir şey olmadığını da görüyorum. Belki öfkemizin galip geleceği zamanlar da olacak ama sayısı git gide azalacak.
 
   Ardından, yaşayamadığı küçük mutlulukların peşine düşmeli. Onları gün yüzüne çıkarıp vücuda getirmeli. Tek tek, küçük küçük. Belki baharı koklayarak, belki kırlarda yürüyerek, çiçekler toplayıp uçurtma uçurarak, belki sadece bir klasik müzik eşliğinde gözlerini kapatıp uzanarak... Her neyse o yapamadığımız ve yaptığımızda bizi mutlu edeceğine inandığımız, şimdi tam vakti. Ve eğer hala o küçük mutlulukları yakalamaya çalışmıyorsak, hanlar hamamlar satın alsak da mutlu olamayacağız. Bak, baharın ilk günü bitti bile.
 
   Sonra yavaş yavaş etrafa açılmalı. Etrafını saran insanların sayısını azaltmalı, kendine nefes alacak alan açmalı. Üzen, kaba davranan, ince düşünmeyen, çıkar peşinde koşan, bencil, tek taraflı faydalanma amacında olan; anneliğine-babalığına, insanlığına, evine, eşyalarına, temizliğine-pisliğine, dağınıklığına-düzenine laf eden; arabanı değiştirdiğinde mesela "ne gerek vardı" deyip de gözünü devirerek bakan, yeni ayakkabını görüp üzerine basarak hayırlı olsun diyen, içine attığın derdini fark etmeyen... kim varsa hepsini uzaklaştırmalı. Faydası olmayanın kalabalığına da gerek yok. Zira aile yetiyor insana. Huzurlu, mutlu bir aile ve belki bir-iki tane de "DOST". Fazlası kuru gürültü, baş ağrısı, iç sıkıntısı yapar.



   Eşyalara da el atmalı. Mesela "MİSAFİRLİK" diye bir şey kalmamalı evlerde. En güzel eşyaları kullanmak için bizden ve ailemizden daha aziz misafir mi olur; evimizin ve eşyalarımızın tadını çıkarmak en çok bizim hakkımız değil mi? En güzel koltuklarda biz oturmalıyız, en güzel tabakları bardakları biz kullanmalıyız; en güzel gümüş takımlar, en güzel masa örtüleri aile sofralarımızda ve bizim için yer almalı.
   Vitrinleri de kaldırmalıyız mesela. Kime, neyi sergileyip gösteriyoruz ki! Kitaplık koymalıyız yerlerine. Çocuklarımızın ulaşabileceği, bazen tozunu alırken oflayıp puflayacağımız, ama her daim ufkumuzu açacak, ruhumuzu besleyecek kitaplarla dolu bir kitaplık.

   Yaşanmışlık, canlılık kokmalı evlerimiz. Bal dök yala kıvamında, Barbie bebek evlerinde oturabilmek için bugünümüzü kaçırmamalıyız. Boş verin, öyle evlerin ıvır zıvırı, inciği cinciği çok oluyor, hep temizlik istiyor, hep zaman istiyor. Çocuklarımızın istediği zamandan daha mı kıymetli?

   Buzdolabında ziyan etmeden kullanabileceğimiz, tüketebileceğimiz kadar yiyecek, gardırobumuzda kalabalık yapmadan giyebileceğimiz kadar kıyafet, altımızda bizi zorda bırakmadan ayağımızı yerden kesecek bir araba, kışın sıcacık ısınabildiğimiz ve çocuklarımızın kahkahalarıyla -bazen kavgalarıyla- dolan evimiz, cebimizde bizi darda koymayacak kadar para varsa, Eyvallah... Bizden zengini yok.

   Huzur yanı başımızda. Biz farkında olduğumuz, kaçırmadan anı yaşadığımız sürece orada... Ama farkında değilsek taa Fizan'da...
 
   Haydi, gözlerimizi kapatıp, ciğerlerimizi misssss gibi bahar havasıyla doldurup şu anı yaşayalım, tadını çıkaralım. Beş dakika bile olsa kendi içimize dönebilelim. Çok iyi gelecek. Ve her nimet için, her bir hücremiz için, her lokmamız için, bugünümüz, bu anımız için şükretmeyi unutmayalım.

   Huzur, sağlık, bereket ve yaşama sevinciyle dopdolu günler bizim olsun.

Not: Biz bugünü kaçırmadık. Bir hastane macerasının ardından poğaçalarımızı alıp çocuklarımla parkta oturup baharı kokladık. Yorgundum ama eve dönüp onlara da kendime de bu fırsatı kaçırtamazdım. Sen de yapma bunu kendine.