26 Ocak 2016 Salı

EV YAPIMI OYUN HAMURU

   Yarıyıl tatilinde olduğumuz şu günlerde, çocukları derslere boğmamak, dinlenip eğlenmeleri için fırsat yaratmak önemli diye düşünüyorum. Eğer tatil için bir yerlere gitme planınız yoksa (varsa da yanınıza alabilir ve gittiğiniz yerde oynayabilirsiniz bence) bu tarifle, en doğalından, yabancı, koruyucu madde içermeyen bir oyun hamuru hazırlayıp çocuklarınızla birlikte eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Hem miniklerinizin küçük kas gelişimine destek olacak, hem hayal güçlerini geliştirmeye katkı sağlayacak hem de renk, sayı, vs çalışmalar için çok faydalı bir materyal. Bu arada, ben hamur oyunlarına bebeğim 15 aylık olduktan sonra ay kumu ile başladım. O da bir başka post konusu olsun.

   Malzemeler:
2 bardak un
1/2 bardak tuz
1 bardak kadar kaynar su ( kıvama göre yavaş yavaş eklenecek. Ben tam 1 bardak kullandım)
2 yemek kaşığı sıvı yağ
Renklendirmek için:
Gıda boyası
Meyveli, hazır içecek tozu
Meyve-sebze sulari
-Ben, resimde gördüğünüz mor rengi, kırmızı pancar turşusunun suyuyla elde ettim. Hamurun 1/4 i için 2 yemek kaşığı turşu suyu kullandım. Yeşil renk için de, 4-5 yaprak ıspanağı ezip suyunu süzerek kullandım.

   Yapılışı:
 Tüm malzemeleri ( su ve boya malzemesi hariç) yoğurma kabına aldım. Üzerine kaynar suyu önce yarım bardakla başlayarak az az ekledim (aman dikkat, elleri yakmayalım). İyice yoğurdum. İstediğim kıvama gelince su eklemeyi bıraktım.


 Hamuru 4 eşit parçaya böldüm. Birine turşu suyu ekledim. Homojen kıvam ve renk alana kadar iyice yoğurdum. Tam oyun hamuru kıvamını aldı.


 Bir parça hamura ıspanak suyunu ekleyip renklendirdim.
 Diğer hamurlara da meyve suyu tozu ekleyeceğim.  Gerekirse biraz su ilave ederek kıvam vereceğim. Normalde o tür şeyler kullanmadığım için evde yok şimdi. Dışarı çıkınca alırım artık.


   Son olarak, hamurları hava almayacak şekilde kapaklı kaplara koyup saklayacağım. Ne kadar süre dayanır bilmiyorum. Ben de tecrübe edip göreceğim.
Not: Çocuğunuz oyun hamuru oynarken mutlaka yanında bulunun. Evet içeriğinde hiç bir yabancı madde yok ama boğulma tehlikesine karşı da uyanık olmak lazım.

14 Ocak 2016 Perşembe

KREŞ Mİ, BAKICI MI, ANNEANNE-BABAANNE Mİ?

   Her çalışan annenin içini kemiren bir sorudur bu. Ve her anne de bilir ki, aslında en güzeli, 3-4 yaşına gelene kadar çocuk anneyle birlikte olmalıdır. Ancak ne yazık ki günümüz şartlarında bu her zaman mümkün olmayabiliyor.

   Öncelikle şunu belirteyim; ben insanların kadın mutlaka çalışıp ayakları üstünde durmalı ya da üstü kapalı olarak çalışan anne iyi anne değildir eleştirilerine çok karşıyım ve bu ahkam kesmeleri duyup okudukça sinirlerim inanılmaz geriliyor. Herkesin işine karışmakta, bize sorulmadan fikir sunmakta, ahkam kesmekte, hemcinslerimize yardımcı olmak yerine acımasızca eleştirmekte ve yargılamakta üstümüze yok. Merak ediyorum neden böyleyiz acaba? Zaten kadın olarak varlık sürdürmekte yeterince zorlandığımız iş hayatı ve sosyal hayatta birbirimizin yükünü neden ağırlaştırıyoruz?

   Bana göre kadının doğum sonrası çalışma hayatına dönmesi tamamen maddi olanaklara, kişinin kendi psikolojisine, dünya görüşüne, eşinin yardımcı olup olmamasına-anlayışına, bugünden ve yarından beklentilerine, hayallerine, bebeğini güvenle bırakacağı bir kişi ya da yer olup olmamasına, vs göre değişir. Bu kararı etkileyen o kadar çok kriter var ki. Bu düşünceler zaten annenin kafasını yeterince karıştırıyor. Ona gerektiği şekilde maddi manevi destek olmak yerine onu iyice üzmeyin, omuzlarına bir stres de siz yüklemeyin ne olur. İnanın verdiği her kararı gecelerce uykusuz kalıp, en ince ayrıntısına kadar düşünerek veriyor. O yüzden verdiği karara güvenin, o bebeği hakkında en doğrusunu bilir.
 
   Bu şekilde düşündüğüm için, şimdi burada çalışın-çalışmayın, bebeğinizi ona bırakın, şuna götürün demek yerine, her iki hatta üç durumu da yaşadığım için kendi deneyimlerimi ve gözlemlerimi aktaracağım. Çaresizce, stres içinde, karar verebilmek için durum değerlendirmesi ve araştırma yapan bir anneye faydam olur belki. Bu arada üç durumu da yaşadım derken bakıcıya bırakma, bir yakınına bırakma ve kendi büyütme olarak üç durumu kastettim.

   O zamanlar özel sektörde çalıştığımı ve büyük oğlumu daha 35 günlük bebekken bakıcıya bırakıp işe dönmek zorunda kaldığımı daha önce söylemiştim. Bu durum beni o kadar etkiledi ki vicdan azabını ömür boyu içimden atamayacağımı biliyorum. Kendimce haklı sebeplerim olmakla birlikte iyice paranoyak bir hale gelmiştim. Kontrol için:
-Bebek bezlerini dizip resimlerin sırasını ezberleyerek bebeğimin altını kaç kez değiştirdiğini kontrol etmek,
-Mama seviyesini, bakıcının fark etmeyeceği bir şekilde işaretleyerek ne kadar mama verdiğini kontrol etmek,
-Eve gelince hemen içeri girmeyip kapıdan içeriyi dinlemek,
-Gün içinde işyerinden izin alarak rastgele bir saatte eve gitmek,
-Her gün bakıcı gittikten sonra bebeğimi tamamen soyup vücudunda bir anormallik olup olmadığına bakmak gibi şeyler yapıyordum.
   İçim hiç rahat değildi. Bakıcıyı benimseyememiştim. Zaten el kadar bebeği bir yabancıya bıraktığım için kendime kızıyordum. Bireysel olarak bakıcıyla elektriğim de uyuşmamıştı, vs. Derken 2,5 aylık bakıcı maceramızdan sonra bir sabah aniden yüzüstü bırakıldık, bakıcı teyzemiz haber vermeksizin gelmedi o gün. Neyse ki yaz tatiliydi. Biri lisede, diğeri üniversitede olan kız kardeşlerim tatildeydi. Bizi çaresiz bırakmadılar ve ricamız üzerine güle oynaya geldiler bebeğime bakmak için. Ve bu bizim kesinlikle en büyük şanstı.



Keşke böyle bir bakıcı bana da denk gelseydi.

   Peki kardeşlerim geldikten sonra bebeğimde ne gibi değişiklikler oldu:
-Uykusundan sıçrayarak uyanmaları son buldu.
-Her gün ben işten geldikten sonra bakıcısının kucağından bana gelmek isteyen bebeğim, çok mutlu olduğu için bunu yapmamaya başladı (kesinlikle küsme anlamında değil, teyzeleriyle çok eğlendiği için böyleydi).
-En önemlisi, o ayki rutin kontrolde çocuk doktorumuz "bakıcı mı değiştirdiniz, bebeğinizin gelişimi çok hızlanmış" dedi.
-Benim kafam inanılmaz derecede rahatladığı için bu durum bebeğime de yansıdı.
   O yaz, şubat tatilleri ve sonraki iki yaz boyunca oğlum teyzeleriyle birlikteydi. İnanılmaz mutluydu, seviliyor, eğleniyordu.
   Kardeşlerimin okul zamanlarında ise mecburen anneannemiz bakmaya başladı bebeğime. Evi 45 km uzaklıkta olduğu için de bizde kalmak zorundaydı. Oğlum yine büyük bir sevgiyle büyütülüyor, ihtiyaçları hiç gocunmadan karşılanıyordu ama aynı evde olunca maalesef annemle bazı problemler yaşamaya başladık. Çünkü bizim kendi ev kurallarımız farklı, onun alışık olduğu kurallar farklıydı. O sonuçta yaşını başını almış olduğu için zamane annelerine göre öncelikleri değişebiliyordu. Mesela ev mutlaka düzenli olmalı, hatta etrafta hiç toz bile olmamalı, ütü birikmemeli, mutfak tezgahında hiç bulaşık olmamalı, vs şeklinde. Oysa ben zaten bebeğime doyamadan işe başlamıştım, işim çok ağırdı (fizyoterapist olduğum beden gücüyle çalışıyorum) ve eve bitmiş bir halde geliyordum, ayrıca benim için bebeğim, evimin düzenli olmasından daha öncelikliydi. Yaşadığımız bazı olumsuzluklar sebebiyle ev işleri için bir yardımcı da almıyorduk. Hal böyle olunca, yavaş yavaş gerilen ipler, araya giren başka bazı olaylar sebebiyle kopma noktasına geldi (ben bebeğim için sabır göstermesem, kopardı da). Sonuç olarak kendi anne-babanız bile olsa, evlendikten sonra aynı evin içinde kalmak çok başka bir olay.
   Bu teyze-anneanne şeklindeki döngü, oğlum 3,5 yaşına gelince son buldu. 3,5 yaşında kreşe başladı ve biz o zaman ilk defa, gerçekten çekirdek aile olduğumuzu anlayabildik. Kardeşlerimin ve her ne olursa olsun annemim hakkını asla inkar edemem, nankörlük edemem. Allah razı olsun onlardan.

   Aradan 8 yıl geçti, ben yeniden anne oldum. Ama bu kez kararlıydım, bebeğime kendim bakacaktım. Ayrıca artık kamuda çalışıyordum ve ücretsiz izin şansım vardı. Allah'a şükürler olsun, bu şansımı kullanmayı kısmet etti. Şimdi evde bebeğim ve oğlumla birlikteyim. Annelik asıl buymuş diyorum şimdi. İnsanın bebeğine kendi bakması, büyütmesi, tüm zamanını onunla geçirmesi çok başkaymış. Zaman zaman çok zorlanıyor da olsam çocuklarımın başında olmak inanılmaz güzel. İşe dönüş için biraz daha zamanım var. O sıralarda bebeğim 27 aylık falan olacak inşallah. O kreşe, ben işe... Tabi birkaç ay sonra hangi kreşi seçsem stresi basacak ama olsun.
 
   Gelelim işin karşılaştırma kısmına...
 Şunu söylemeliyim ki, birinci dereceden akraba bile olsa, bebeğe annenin bakması, her ihtiyaç duyduğu anda annesini yanında bulması çok çok farklı. Bunu çok net görebiliyorum. Büyük oğlum ve bebeğim arasında özgüven bakımından çok fark var. Büyük oğlum her ne kadar teyzeleriyle çok mutlu da olsa, anneden ayrı olma durumunu çaresizce kabul ettiğini ve ona verilen sevgi sayesinde anneyi her an görmeden mutlu olmaya alıştığını anladım. Yani buruk bir mutluluk... Dolayısıyla bu özgüvenini etkiliyor. O nedenle de, bebeğim abisinden çok daha atılgan, daha tuttuğunu koparan bir yapıya sahip.
 Her an yanında olduğum için bebeğimin gece uykuları daha düzenli (saat anlamında).
 Etkinliklerimiz zamana yayarak yapıyoruz.
 Bebeğimin zihinsel ve motor gelişimine ön ayak olmaktan çok, yeterli vaktim olduğu için onun potansiyeline tanıklık ve "ihtiyaç duyduğu anda" rehberlik edebiliyorum.

   Özetle, "bana göre" bebeğe bakacak kişiler konusunda sıralama 1-Anne, 2-Teyze-hala, 3-Anneanne-babaanne, 4-Bakıcı şeklinde olmalı.

   Keşke gebelik izni, doğum izni, vs konularda tatmin edici düzenlemeler yapılsa da bu konuları konuşmaya hiç gerek duymasak. Ama ne yazık ki, ilk 6 ay sadece anne sütü derken, bebek 3 aylık olduğunda doğum izninin bittiği bir saçmalığın içindeyiz.

Şu karikatürü de eklemeden geçemeyeceğim. Gördüğümde çok gülmüştüm, hala da bakar bakar gülerim :)))


Not: Yazım hatalarını kontrol edemeden yayınladığım için özür diliyorum. Artık, bilgisayar başında geçirebildiğim vakit iyice azaldı.