1 Mart 2016 Salı

SADELEŞMELİ ŞU HAYATTA

 

   Hem içeride, hem dışarıda... Hem ruhen, hem bedenen... Hem madden, hem manen...
 
   Önce içindekilerle, içinde kalmışlarla hesaplaşmalı belki. Sıkıntılarını tek tek eleyip, bertaraf edip geçmişe gömmeli. Yoksa, onlar bizi bertaraf ediyor zira.
   Öfkesini dindirmeli, çözmeli. Bastırmadan ama. Kızdığında, tam olarak neye kızdığını düşünerek başlayabilir mesela. Onu düşünürken zaten sakinleşiyor insan. Ben sakinleşiyorum en azından. Ve çoğu zaman aslında kızılacak bir şey olmadığını da görüyorum. Belki öfkemizin galip geleceği zamanlar da olacak ama sayısı git gide azalacak.
 
   Ardından, yaşayamadığı küçük mutlulukların peşine düşmeli. Onları gün yüzüne çıkarıp vücuda getirmeli. Tek tek, küçük küçük. Belki baharı koklayarak, belki kırlarda yürüyerek, çiçekler toplayıp uçurtma uçurarak, belki sadece bir klasik müzik eşliğinde gözlerini kapatıp uzanarak... Her neyse o yapamadığımız ve yaptığımızda bizi mutlu edeceğine inandığımız, şimdi tam vakti. Ve eğer hala o küçük mutlulukları yakalamaya çalışmıyorsak, hanlar hamamlar satın alsak da mutlu olamayacağız. Bak, baharın ilk günü bitti bile.
 
   Sonra yavaş yavaş etrafa açılmalı. Etrafını saran insanların sayısını azaltmalı, kendine nefes alacak alan açmalı. Üzen, kaba davranan, ince düşünmeyen, çıkar peşinde koşan, bencil, tek taraflı faydalanma amacında olan; anneliğine-babalığına, insanlığına, evine, eşyalarına, temizliğine-pisliğine, dağınıklığına-düzenine laf eden; arabanı değiştirdiğinde mesela "ne gerek vardı" deyip de gözünü devirerek bakan, yeni ayakkabını görüp üzerine basarak hayırlı olsun diyen, içine attığın derdini fark etmeyen... kim varsa hepsini uzaklaştırmalı. Faydası olmayanın kalabalığına da gerek yok. Zira aile yetiyor insana. Huzurlu, mutlu bir aile ve belki bir-iki tane de "DOST". Fazlası kuru gürültü, baş ağrısı, iç sıkıntısı yapar.



   Eşyalara da el atmalı. Mesela "MİSAFİRLİK" diye bir şey kalmamalı evlerde. En güzel eşyaları kullanmak için bizden ve ailemizden daha aziz misafir mi olur; evimizin ve eşyalarımızın tadını çıkarmak en çok bizim hakkımız değil mi? En güzel koltuklarda biz oturmalıyız, en güzel tabakları bardakları biz kullanmalıyız; en güzel gümüş takımlar, en güzel masa örtüleri aile sofralarımızda ve bizim için yer almalı.
   Vitrinleri de kaldırmalıyız mesela. Kime, neyi sergileyip gösteriyoruz ki! Kitaplık koymalıyız yerlerine. Çocuklarımızın ulaşabileceği, bazen tozunu alırken oflayıp puflayacağımız, ama her daim ufkumuzu açacak, ruhumuzu besleyecek kitaplarla dolu bir kitaplık.

   Yaşanmışlık, canlılık kokmalı evlerimiz. Bal dök yala kıvamında, Barbie bebek evlerinde oturabilmek için bugünümüzü kaçırmamalıyız. Boş verin, öyle evlerin ıvır zıvırı, inciği cinciği çok oluyor, hep temizlik istiyor, hep zaman istiyor. Çocuklarımızın istediği zamandan daha mı kıymetli?

   Buzdolabında ziyan etmeden kullanabileceğimiz, tüketebileceğimiz kadar yiyecek, gardırobumuzda kalabalık yapmadan giyebileceğimiz kadar kıyafet, altımızda bizi zorda bırakmadan ayağımızı yerden kesecek bir araba, kışın sıcacık ısınabildiğimiz ve çocuklarımızın kahkahalarıyla -bazen kavgalarıyla- dolan evimiz, cebimizde bizi darda koymayacak kadar para varsa, Eyvallah... Bizden zengini yok.

   Huzur yanı başımızda. Biz farkında olduğumuz, kaçırmadan anı yaşadığımız sürece orada... Ama farkında değilsek taa Fizan'da...
 
   Haydi, gözlerimizi kapatıp, ciğerlerimizi misssss gibi bahar havasıyla doldurup şu anı yaşayalım, tadını çıkaralım. Beş dakika bile olsa kendi içimize dönebilelim. Çok iyi gelecek. Ve her nimet için, her bir hücremiz için, her lokmamız için, bugünümüz, bu anımız için şükretmeyi unutmayalım.

   Huzur, sağlık, bereket ve yaşama sevinciyle dopdolu günler bizim olsun.

Not: Biz bugünü kaçırmadık. Bir hastane macerasının ardından poğaçalarımızı alıp çocuklarımla parkta oturup baharı kokladık. Yorgundum ama eve dönüp onlara da kendime de bu fırsatı kaçırtamazdım. Sen de yapma bunu kendine.

Hiç yorum yok: