29 Eylül 2015 Salı

BEBEKTE EMMEYİ/MEMEYİ REDDETME, ÖN SÜTÜN FAZLA GELMESİ

   Büyük oğlumda meme başı yaralarıyla, reddetmelerle, karşılıklı ağlaşmalarla başladığım emzirme serüvenim, o 4,5-5 aylık olduğunda neredeyse tamamen bitmişti. O zamanki bilgisizliğim ve çevrenin yorumlarıyla, bu durum için bulduğum sebepler:

1- İşe başlayıp, o her istediğinde emzirememiş olmam
2- Mama veriyor olmam (ki aslında buna hiç gerek yoktu, içimde koca bir vicdan azabı var)
3-Roll-on, parfüm, vs kullandığım için benim kokumu alamıyor olması
4-İşe gidince ondan uzaklaştığım için bana küsmesi
5-"Soğan sütü artırır" baskısıyla tükettiğim soğanların, sütümün tadını ve kokusunu değiştirmiş olması (Hiç alakası yok aslında. Ayrıca zaten, abartısız, odanın ortasına kadar fışkıracak şekilde bol sütüm vardı)
6-Bebeğim emmeyi "sadece" reddediyordu. Bu onun seçimiydi.
.
.
. ...
   
   İşte böyle uzayıp giden, aslında gerçekle hiç alakası olmayan, ve işin doğrusunu ikinci bebeğimde öğrendiğim bir listem var. Bir bakıma vicdan azabına uydurulmuş kılıflar da diyebiliriz. Bunların olması imkansız mı? Hayır değil. Elbette her bebek, bu sebeplerden herhangi birisi nedeniyle emmeyi reddedebilir. Mesela, annesinin kokusundan farklı bir koku algılarsa memeyi almayabilir. Ama benim bebeğim, sadece "SÜTÜM FAZLA OLDUĞU İÇİN" emmek istemedi. Bunu, ikinci bebeğimde, kakayla ilgili bir durumu araştırırken bebekveben.com'da rastladığım yazı sayesinde öğrendim. Gerçekten çok aydınlatıcı oldu benim için ve kesinlikle bizim sorunumuz bu yazı sayesinde çözüldü. Tüm belirtilerimiz birebir örtüşüyordu. Yazıyı kendimce özetleyecek olursam:
   Emzirme sırasında, iki ayrı nitelikte süt geliyor. İlk gelen, daha sulu, daha az yağlı, bebeğin susuzluğunu gideren ve laktoz içeriği fazla olan ön süt; ikincisi ise yağlı ve doyurucu olan son süt. 
Eğer ön süt fazla geliyorsa, bebek sürekli ön sütle beslenmiş olup, laktoz içeriği yüksek olduğu için, mide ve bağırsakta rahatsızlık yaratıyor.Sindirilemeyen laktoz, zamanla tahribat yapıp kakada hafif kan görülmesine de neden olabiliyor. 
Ön sütün fazla geldiğinin işaretleri:
1-Yeşil,
2-Çok sulu,
3-Köpüklü, mukuslu ve bazen de kanlı kaka, 
4-Emme sırasında bebeğin göğsü çekip bırakması, birkaç dakika emip bırakması
5- Sırtını yay gibi yapıp kendini geriye atması

Ayrıca, makalelerini yakından takip ettiğim ve çok faydalandığım sevgili Doktor Kadir TUĞCU'dan öğrendiklerim de aynı bilgileri destekler nitelikteydi. Kadir bey'in makalelerine  buradan  ulaşabilirsiniz. 

Tanla Hanım'ın yukarıda linkini verdiğim yazısındaki öneriyle, bebeğimi emzirmeden önce, 3-4 dakika kadar sütümü sağıp (sağılan süt atılacak) ondan sonra emzirmeye başladım. Böylece ön sütün fazlalığını aldığım için, zamanla bebeğimin kakası normale döndü, memeyi reddetmeler ortadan kalktı. 

   Bunun dışında, eğer annenin sütü çok tazyikli gelip, bebek yutmaya yetişemiyorsa, bu kez sinirli bir tavırla yine emmeyi reddedecektir. 

   Bu arada benim süt sağma makinem şu:

Medela elektrikli mini göğüs pompası. İlk bebeğimde, internet üzerinden almıştım. Pişman olmadım. Gayet kolay kullanımı olan, çekiş paterni, bebeğin emme paternine yakın olan, fazla yer kaplamadığı için çantada rahatlıkla taşınabilen bir model. Hem pille hem de elektrikle çalışabiliyor. Tek sorunu biraz sesli olması bana göre. Ama bu bile bulduğum her uygun ortamda süt sağmamı engelleyemedi :)

   Bol sütlü günler dilerim.

28 Eylül 2015 Pazartesi

ANNE SÜTÜNÜ ARTIRMANIN YOLLARI, SÜTÜM YETİYOR MU?

   Bebeğimiz için en faydalı, en sağlıklı, onun yapısına ve ihtiyaçlarına en uygun besinin anne sütü olduğunu hepimiz biliyoruz. Bedava olması, en uygun sıcaklıkta olması, her an hazır olduğu için uğraşmaksızın bebeğe verilebilmesi, anne-bebek arasındaki bağlanmanın ilk adımı olması gibi artıları da asla gözardı edilemez tabi. Peki anne sütü nasıl artırılır, nelerden etkilenip azalır, bebeğimiz için yeterli süt üretip üretmediğimiz nasıl anlaşılır?
 
   Aslında, sütü artıran yöntemler kişiden kişiye değişmekle birlikte, araştırıp öğrendiklerim ve benim deneyimlediklerim şu şekilde:

1- Öncelikle annenin iyi dinlenmesi, uykusunu iyi alması çok önemli. Hatta belki de en önemli adımdır. Bebeğin ilk zamanlarında bunun pek mümkün olmadığını biliyorum elbette. Ama en azından bebek her uyuduğunda, yarım saat bile olsa uzanmak, uyumak çok iyi geliyor. Mesela size yardımcı olan bir eşiniz varsa (ki ben erkeklerin çocuk bakımı ve ev işi konularında aktif olmalarının, "YARDIM" olarak adlandırılmasına kesinlikle karşıyım), bebeğiniz gece uykusuna yattığında, aradaki mızıldanmalarını atlatmak için onun beşiğini sallarken siz de birkaç saat deliksiz uyuyabilirsiniz. Büyük oğlumda annem sabahları bana bu imkanı vermişti, küçük oğlumda da akşamları eşim. Böylece en azından 2 saat uyuyabiliyor, bir nebze de olsa kendimi toparlayabiliyordum. Gündüz de yine bebeğim uyuduğunda ne kadar mümkünse uyumaya çalışıyordum.
2- İnanmak. Sütünüzün bol olacağına, bebeğinize yeteceğine beyninizi ikna ederseniz gerçekten de oluyor.
3- Stresten uzak durmak bir diğer önemli konu. Anne ne kadar rahat, mutlu, huzurluysa süt de o denli artıyor. İkinci bebeğimde, çok yoğun stres yaşadığım bir gün ve ertesi günü hiç sütüm gelmediğinde bunun da gerçekliğini öğrenmiş oldum.
4- Bol sıvı tüketmek. Sütü oluşturan ana madde su (doktorumuzun ifadesine göre %70 i. Kendim araştırmadım açıkçası). Bunu emzirme hemşiremiz de anlatmıştı ve günde en az iki litre su içmem gerektiğini söylemişti. Zaten emzirme esnasında anne ister istemez en az bir bardak suyu içmek zorunda kalıyor, yoksa oluşan ağız kuruluğu dayanılır gibi değil. Bende öyle oldu. Özellikle ikinci bebeğimde, tiroiditin de etkisiyle, günde 4-5 litre su ve yanında 7-8 bardak da rezene çayı içtim. 
5- Anne sütünü artırıcı granül çaylar. Kullandım ve hiç bir etkisini görmedim. 
6- Bulgur tüketmek. Açıkçası bende bir etkisi olmadı.
7- Soğan tüketmek. Evet, sütü gerçekten artırıyor.
8- Boza. Benim sütümü artırdı. Tesadüfen keşfettim. Bozayı çok severim ve tükettiğimin ertesi günü sütümün ne kadar arttığını gözlemledim. Ondan sonra da her içişimde aynı şey oldu.
9- Kefir. Yine boza gibi tesadüfen keşfettiğim, normalde de severek tükettiğim, son derece faydalı bir içecek.
10- Malt içecekleri. Ben Şok Market'te satılan  Ülker Maltana marka içeceği kullandım. 



Stres sebebiyle sütüm kesildiğinde, geri gelmesini sağlayan en önemli etkenlerdendi bence. Çünkü kesilen süte ne rezene ne de başka bir şey çare olamadı maalesef. Her ne kadar içerken çok tereddüt etmiş olsam da evet kullandım, çaresizdim çünkü. Tereddütümün sebebi, adı üstünde, malt içeceği. Yani malt mayasıyla yapılıyor. Bira da malt mayasıyla üretilen bir alkollü içecek. Dolayısıyla dini inancım nedeniyle tereddütte kaldım ama araştıracak vaktim de yoktu, kullandım Allah'ın affına sığınarak. O nedenle tavsiye ederim diyemiyorum. Vicdan yaparım sonra. Ama eğer içine sinen varsa kullanabilir.
11- Rezene çayı. Sağlık ocağındaki ebenin tavsiyesiyle, doğumun ertesi gününden itibaren kullandım. Yarım litrelik bitki çayı demliğine 1 yemek kaşığı rezene tohumu, 1 tatlı kaşığı da kimyon tohumu atıp demleyerek tükettim düzenli olarak. Bebeğimin gazı konusunda da çok olumlu etkisini gördüm. 
12- Çemen otu. 



Bunu, kendisini beğenerek takip ettiğim ve kendi alanındaki bilgisine hayran olduğum sevgili İbrahim Saraçoğlu'ndan dinledim. Ama denemedim.
13- Taze dereotu. Zaten rezeneyle aynı aileden. Cidden süte faydası da oluyor. Kahvaltılarınıza ekleyerek tüketebilirsiniz.
14- Protein ağırlıklı beslenme. 



Sütün kalitesini de miktarını da artırıyor. Fotoğraftakiler haricinde süt ve süt ürünleri, ceviz, fındık, badem gibi kuru yemişler de bu konuda etkili. Ben en çok balık ve haşlanmış tavuğun etkisini gördüm et grubundan. Süt ise zaten hayatımın vazgeçilmezi. Yoğurt, peynir, vs de öyle.
15- Vitamin hapları. Doktorunuz, doğumdan sonra bir süre demir ve vitamin hapı kullanmanız gerektiğini söyleyecektir zaten. Ben, gebelikte kullanılan multivitamin tabletlerinden kullanmaya devam ettim. Hapı içtiğim ve içmediğim günler arasında süt miktarında fark olduğunu gördüm (Doktorunuza danışmadan, vitamin haplarını kullanmayın sakın. Bilindiği gibi bazı vitaminlerin fazlalığı toksik etki yaratabiliyor).
16- Tahin helvası. Vuuuu :) Bende cidden süper süt yaptı.
17- Dua. Tabi bu inanç meselesi. Ben bebeğimi her emzirdiğimde, Ya Rezzak diye tesbihler geçirirdim içimden. Dualarımın kabul olduğuna inanıyorum.

   Burada sıraladığım şeylerin hepsini her gün düzenli yapmadım tabi, su ve rezene çayı haricinde. Dolayısıyla da hangisinin nasıl etki ettiğini gözlemleyebildim. Yeni şeyler hatırladıkça, öğrendikçe güncellemeler yapacağım. 

   Peki anne sütünü ne azaltır? Benim deneyimlerime bir numarada göre stres, stres, stres var. Azalttığı yetmeyip tamamen de kesebilir, bende olduğu gibi. Lütfen, her ne konuda olursa olsun stresten uzak durun. Bazı şeyler tamamen kontrolümüz dışında gelişiyor. Biz ne kadar çırpınsak da bazen sonucu değiştiremiyoruz. Evet bu durum çok zor, etkilenmemek, sinirlenmemek, sakin kalabilmek imkansız olabilir. Ama bari kafamızı sadece oraya kanalize etmeyelim. Hobilerimiz olsun mesela, bebeğimiz uyuduğunda dikkatimizi vererek rahatlayabileceğimiz (aslında ilk ayların zorluğu, yorgunluğu geçtikten sonra daha kolay olabiliyor hobiyle uğraşmak). Benim de var birkaç tane hobim. Son derece amatörce olmakla birlikte dikişle uğraşıyorum. Kendime çantalar, bebeğimi taşımak amacıyla bir mei tai, vs diktim. Berbat bir dikiş makinem olduğu için elimde yaptım hepsini. El işlerim var. Örgü bilmesem de tığ işi yapıyorum. Rengarenk amerikan servislerim, duvar süslerim, bardak altlarım, peçete halkalarım oldu. Mandala çiziyorum. Esrarengiz bahçe tarzı boyamalarla uğraşıyorum. Kitap okuyorum.  Bu aralar, kız kardeşimin düğünü için nikah şekeri, kına kesesi falan hazırlıyoruz birlikte. Blog yazıyorum; buradan başka bir de yemek blogum var. Her an yanımda olan defterime, aklıma geldikçe merak ettiğim şeyleri not alıp internette araştırmalar yapıyorum uygun fırsatlarda. Kendimle ilgili kişisel gelişim çalışmaları yapıyorum. Aslında şimdi farkettim de uğraştığım ne çok şey varmış :) Ben yapabiliyorsam siz de yapabilirsiniz. İnanım uğraştığım şeyler öyle maliyetli işler de değil. Hemen hemen herkesin ulaşabileceği, edinebileceği şeyleri kullanıyorum. Mesela, diktiğim çantalar ya da mei tai için hiç kumaş almadım. Evde atıl durumda olan, yıllardır dolap bekleyen ne varsa onları kullandım. Ve bu, beni yeni bir kumaş alıp kullanmaktan daha çok mutlu etti. Belki daha sonra bu konuyla alakalı postlar da hazırlayabilirim, şimdilik bilemiyorum.

   Konumuz anne sütüydü değil mi :) 
   Bu arada lütfen ama lütfen çevredekilerin "sütün yetmiyor; sütün yaramıyor; emziremiyorsun; bakamıyorsun bu çocuğa; mama vermiyor musun, bu çok çok zayıf, vs, vs" söylemlerine kulak asmayın. Bu sözler, sizin yaptığınızı yapamayıp bebeğini emzirememiş, kıskanan, belki içinde gerçekten haseti olan, belki sırf büyüklerinden öyle gördüğü-duyduğu için gerçeği böyle sanan, belki de gerçekten iyi niyetli olup, sizin işinize karıştığını farketmeyen kişilere ait. Eğer siz sütünüzün yettiğine inanıyorsanız, doktor kontrollerinde bebeğinizin kilo alımı ve gelişimi yeterli görülüyorsa, içiniz rahatsa, tereddütleriniz yoksa gerçekten de yetiyordur. O kişilere kulak asmayın. Mümkünse kırmadan gereken cevabı verip bir daha o sözleri söyletmeyin. 
   Sütü azaltan bir diğer faktör de yorgunluk. Dinlenmeyen vücut, süt üretmek için gereken enerjiyi kolay bulamaz tabi. Yorgun ve uykusuz anne stresli de olur. 

   Boş verin her gün yemek yapmalıyım, evi toparlamalıyım diye uğraşmayı. Bırakın ev dağınık kalsın, varsın akşama yemek olmasın. Yumurta kırıp yeseniz ne kaybedersiniz ki? Veya haftada bir iki gün dışarıdan yemek söyleseniz. Siz her fırsatta uyumaya, en azından uzanıp vücudunuzu dinlendirmeye çalışın. Evinizi kınayan kınasın, hatta kınayacak olan, sizi eleştirecek olan da gelmesin zaten. Benim düşüncem bu. Ne kadar az ve öz misafir, o kadar huzur. Ne kadar huzur, o kadar süt :)

   Sütünüzün bebeğiniz için yeterli olduğunu nasıl anlarsınız? Bu tamamen doktorunuzun söyleyebileceği bir şey. Boy-kilo artışı, baş çevresi gelişimi, motor gelişimi, vs bunları inceleyerek bebeğin yeterli beslenip beslenmediğini bilecek kişi çocuk doktorunuzdur. Yani çevredekilerin "sütün yetmiyor, yaramıyor" demesiyle olmuyor o işler. 

   Sanırım biraz gergin bir yazı oldu. Olabilir. Çünkü yazarken gerçekten de gerildim. İlk bebeğimde ben de bu tarz konuşmalara, ithamlara çok maruz kaldım. gerçek sandım, etkilendim. O yüzden insanların, başkalarının işine böyle karışmalarına dayanamıyorum. 

   Daha sakin postlarda görüşmek dileğiyle...








19 Eylül 2015 Cumartesi

EMZİRME ve BERABERİNDE GELEN SORUNLAR

   
   Emzirmek çok keyifli ve huzur veren bir şey. Ama bazen de bazı sıkıntıları olabiliyor. Meme başı yaraları ve mastit gibi. Ben her ikisini de yaşadım, ikisi de çok zor, çok acı verici. Ama neyse ki çaresiz sorunlar değil.
   
  Meme başı yarası/çatlağı:

   İlk bebeğime hamileyken meme başı çatlağı olabileceğini kitaplarda okumuştum ama nasıl bir şey olduğu ve ne şekilde engelleneceği ya da ortaya çıktıktan sonra nasıl geçeceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Mesela çatlak olmaması için bebeği doğru pozisyonda tutmak ve doğru şekilde şekilde emzirmek gerekiyordu. Evet, bu konuda bir problemim yoktu, her şeyi doğru yapıyordum. Buna rağmen yaşadım bu sorunu. 

   Aşağıdaki ürün bu konuda çokça kullanılıyormuş, gebeliğin son üç ayında her gün uygulamak gerekiyormuş. Ben ürünün varlığını, yaralarım geçtikten çok sonra öğrendim:
   Yalnız bu kremle ilgili, memnun olanlar kadar, memnun olmayanların yorumlarına da çok rastladım. Ayrıca, yine gebelik boyunca zeytin yağı, badem yağı veya kakao yağı da kullanılabilirmiş. Burada amaç, meme ucunu nemli ve yumuşak tutarak tahriş olmasını önlemek. 

   Evet bunları bilmiyordum ve meme başı çatlaklarım olmaya başladı. Değişik kremler kulandım, karbonatlı sularla meme başı temizliği yapım ama fayda etmedi. Çektiğim acıdan, ayaklarımı yerlere vurarak bebeğimi emzirmeye devam ettim.  Her emzirmede, daha az acı hissedebilmek için emzirme pozisyonumu değiştiriyordum. O yaralar geçmedi, aylarca da devam ettim o acıyı çekmeye. Hatta bir gün bebeğim emerken ağzının kan dolduğunu görüp de hıçkırarak ağladığımı hatırlıyorum. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir kaç ay sonra kendiliğinden geçip gitti.

   2. gebeliğimde, doğal olması nedeniyle düzenli olarak zeytinyağı kullandım aynı sorunu yaşamamak için. Ama ne oldu? Sonuç alamadım ve yine fena halde meme başı çatlakları oldu. Bu biraz da kişinin kendi vücut yapısına bağlı aslında. Sorun ilerlemeden kurtulmak için önce kantaron yağı ve sonrasında da kakao yağı denedim. İkisi de etkisiz eleman oldu (Dipnot: Aldığınız kakao yağı oda ısısında donuyor ve kullanmak için ısıtıp eritmeniz gerekiyorsa o hakiki kakao yağıymış, benimki öyleydi). Neyse ki eczacı bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine bir de aşağıda gördüğünüz, kurtarıcım olan, hayran kaldığım, adına methiyeler dizebileceğim (evet, abartılı bir ifade biliyorum ama canımın ne kadar acıdığını ancak bu şekilde ifade edebildim :)  ürünle tanıştım:


   Ve sonuç muhteşemdi. Daha ilk sürüşte, ağrımı o kadar azaltmıştı ki, böylece bebeğimi daha kolay, sakınmadan emzirebildim ve emzirdikçe de birkaç gün içinde çatlaklar iyileşti. Zaten meme aşı çatlaklarının asıl tedavisi emzirmek. Ancak çekilen o acıyla bu çok da mümkün olamıyor doğal olarak. Böyle ürünler, hem ağrıyı azaltıp, hem bölgeyi nemli tutup hem de doku yenilenmesini destekleyerek iyileşme sürecini hızlandırıyor. Benden sonra doğum yapan ve aynı sıkıntıyı yaşayan arkadaşıma da önerdim, o da çok memnun kaldı. Kesinlikle tavsiye ederim. Ayrıca bitkisel içerikli olduğu için, emzirmeden önce silmenize hiç gerek olmuyor, bu açıdan da kullanımı çok rahat. Emzirme öncesi, emzirme sonrası, acı hissettiğim her an kullandım. Fiyatı biraz yüksek gelebilir ama sağladığı konfora kesinlikle değiyor. Ayrıca bir kutu merhem yetiyor da artıyor bile. 
Ürünle ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. 

   Çatlakların oluşmaması için, ya da oluştuysa iyileşmeye destek olması önerilen şöyle bir yöntem var: Her emzirme sonrası, sütünüzü meme başına sürüp açık bırakarak kurumasını bekliyorsunuz. Bu yöntemi denedim. Bende çok az rahatlama sağladı, fazla bir etkisi olmadı yani.
   
   Burada meme başı çatlağı ile ilgili güzel bir yazı var. 

   Mastit:
   
   Kelime anlamı meme iltihabı. Halk arasında "süt düğümlenmesi, kanal düğümlenmesi" gibi isimler de veriliyor. 
   
   Genellikle tam boşalmayan süt kanallarının tıkanmasıyla ya da mikroorganizmaların sebep olduğu iltihap nedeniyle ortaya çıkar. 

   İlk bebeğimde hafif atlattım bu durumu. Yani hafif derken, ikincisine göre hafif anlamında. Yoksa çektiğim ağrıyı ben bilirim. İkincisinde ise, ileriki postlarımda yer vereceğim "tiroidit-tiroit iltihabı" ile birlikte olduğu için beni o kadar sarstı ki... Tam da o döneme denk gelen, kardeşimin nişanını hayal meyal hatırlıyorum. O derece kendimde değildim yani.

   Mastit belirtileri nelerdir?

   1-İlk belirtisi elbette ağrı. Eğer henüz iltihaplı aşamaya gelinmediyse, sadece kanalın tıkanması söz konusuysa çok aşırı bir ağrıdan söz edemeyiz. Bu durumda, yapılması gereken şey bebeği sık sık emzirmek, sonrasında da sağarak memeyi iyice boşaltmak. Tıkanmış olan kanalları açmanın yolu bu. 

   2-Ağrıyla birlikte şişlik ve hafif kızarıklık da varsa, iltihaplanma başlıyor demektir. Yine bebeği emzirerek, sütü sağarak kanalları açmak gerekiyor. Ancak bu aşamada bunları yapmak biraz daha acılı olacağı için, öncesinde memeye ılık kompres yaparak biraz rahatlama sağlanabilir. Ya da benim yaptığım gibi lavaboya geçin, ılık suyla hafifçe masaj yapıp sıvazlayarak sütün akmasını sağlayın. Ama sonra mutlaka emzirmeyi ve sağmayı ihmal etmeyin. Tıkalı yerin açılması için bu şart.

   3-Şiddetli ağrı, memede patlayacakmış gibi şişlik, tıkalı bölge üzerinde belirgin kızarıklık, vücutta ateş, halsizlik, grip başlangıcı gibi belirtiler varsa mastit ilerliyor demektir. Bu durumda yine bir önceki maddede yazdıklarımı uygulayın. Bu sizi az da olsa rahatlatacaktır. Ve sonra mutlaka hemen doktora başvurun. Jinekolog ya da genel cerraha gidebilirsiniz. 

   Mastit, ihmale gelecek bir rahatsızlık değil. Tıkanan bölgede kiste neden olup ameliyat bile gerektirecek aşamaya gelebilir. O yüzden ne kadar erken müdahale edilirse o kadar iyi. 

   NOT: Memeye uygulayacağınız kompres ya da suda masaj için kesinlikle sıcak uygulama yapmayınız. Ilık uygulama yapınız. Sıcak, iltihabı, ağrıyı, şişliği artıracaktır.

Mastitle ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

   Herkese bol sütlü, bol emzirmeli ve acısız günler diliyorum.

ANNE SÜTÜ, EMZİRME

   Allah'ın bahşettiği en güzel mucizelerden biridir anne sütü. Her anne, doğum sonrası bebeğini emzirecek donanımla ve her bebek de beslenip hayata tutunmasını sağlayan emme refleksiyle yaratılmıştır. İstisnai durumlar elbette var. Ama istisnalar kaideyi bozmaz tabi ki. 
   
   Bebeği emzirmek, anne-bebek arasındaki duygusal bağın ilk adımıdır belki de. Çok özeldir o an. Bebek, karnı doyup doyup rahatlarken, anneye de büyük mutluluk verir emzirme. Bebeğin huzur bulduğu, kendini güvende hissettiği yer, belki de ilk aşkıdır. Hastanede sütüm gerçek anlamda ilk geldiği anda hissettiklerimi burada anlatmıştım.
 
   Annenin bebeğe verdiği ilk süt,  antikor bakımından oldukça zengin ve bebeğin ilk aşısı niteliğinde olan ve halk arasında "ağız sütü" olarak adlandırılan "kolostrum"dur. Sevgili slingomom, buradaki yazısında kolostrumla ilgili güzel bilgiler veriyor.

   Büyük oğlumu, daha sonraki postlarda anlatacağım sebeplerle, mama destekli olmak üzere, 5-6 ay kadar ancak emzirebildim. Sonrasında, iki yaşına kadar, iş yerinde, arabada, vs bulduğum er yerde sütümü sağarak verdim. Sonraları sadece anne sütü olarak almayı reddetmeye başladı. Bu kez mamalarına karıştırdım. Onu da reddettikten sonra, ki bu da yaklaşık iki yıl sürdü, sağmayı bıraktım. Zaten artık damla damla gelmeye başlamıştı. Ama emzirme olayı o kadar içimde kaldı ki, yıllara rüyalarımda bebek emzirmeye devam ettim, hatta birkaç yıl daha, damlalar halinde sütüm gelmeye devam etti. Bir bebeğim daha olursa mümkün olduğu kadar anne sütü vermeye ve mama kullanmamaya neredeyse yemin etmiştim. 

   Küçük oğlumu kucağıma aldıktan sonra ise içimde kalanı gerçekleştirmek nasip oldu şükürler olsun. İlk altı ay sadece anne sütü ve sonrasında da mama takviyesi olmaksızın ek gıdalarla devam ettik. Şu an 16 aylık ve hala emiyor. 

   Deneyimlerim sonucu söyleyebileceğim, bebek emzirmenin bana göre püf noktaları:

1-Öncelikle anne rahat bir pozisyonda oturmalı

2-Öne eğilmeden bebeği emzirebilmek için, bebeği, kucağına alacağı yastık, emzirme minderi, vs üzerinde ve ön kolu bebeğin başını destekleyecek şekilde tutmalı (ben, emzirme minderinin varlığını ikinci bebeğime hamileyken öğrendim, ya da ilk bebeğimde piyasada böyle bir şey yoktu, bilemiyorum. Tepe tepe kullandığım malzemelerden birisi oldu. Kesinlikle tavsiye ederim)
Ben bu modeli kullandım. İnanılmaz rahat bir emzirme pozisyonu sağlıyor. En azından benim boyumdaki birisi için :)  (boyum 1,61 m). Verdiğiniz paraya kesinlikle değiyor. Eğer el beceriniz ve dikiş bilginiz varsa kendiniz de dikebilir ve daha ucuza mal edebilirsiniz. 

Bunların şişme modelleri de piyasada mevcut. 
Fotoğraf, aktifbebek.com'dan alınmıştır. Yalnız bunların çok kullanışlı olmadığı ve havasının çabuk indiği yönünde bazı olumsuz yorumlar da okudum.



Bir de bu modellerden var ama ben kullanmadım.

3- Emzirme esnasında bebeğin başı ve üst gövdesi biraz yüksek tutmalı (özellikle ilk zamanlarda çok olan genize süt kaçmasını önlemek için).

4-Bebek, emerken sadece meme başını değil, kahverengi kısmın mümkün olduğunca büyük bölümünü ağzına almalı (kaynaklarda kahverengi kısmın tamamını ağzına almalı diye yazıyor ama bence bu mümkün değil)

5-Bebek emerken anne yatar pozisyonda olmamalı (Bebeğin, anne memesinin yüzünü kapatıp nefessiz kalmasıyla ya da genzine süt kaçtığında annenin fark etmemesiyle doğabilecek acı olayların önlenmesi açısından)

   Bu konuda söyleyebileceklerim şimdilik bu kadar galiba. Emzirirken yaşanabilecek problemler ve anne sütünü artırma yöntemleriyle ilgili postlar da gelecek. 
   
   Herkese mutlu bol emzirmeli, bol sütlü günler dilerim.

 

12 Eylül 2015 Cumartesi

TAZE VE DENEYİMSİZ ANNEYİM ARTIK. VE DEPRESYONDA... VE BEBEĞİNİ BAKICIYA BIRAKAN...

   En çok ama en çok merak ettiğimiz, korktuğumuz, çekindiğimiz dönemdir sanırım kucağımızda minicik bebekle eve döndüğümüz ilk günler. Her şey o kadar belirsizdir ki... Bebeğe bakabilecek miyim? İyi bir anne olabilecek miyim? İyileşebilecek miyim? Eski kiloma dönebilecek miyim? Eski kıyafetlerimi giyebilecek miyim? Bebekle güzel bir düzenimiz olacak mı? EŞİMLE BİRBİRİMİZE YENİDEN, ESKİSİ GİBİ AŞKLA BAKABİLECEK MİYİZ? ...
Tüm bu sorular, eminim her yeni annenin kafasını tırmalar durur. Özellikle de ilk kez anne olanlar için geçerlidir bu. 
 
   Evimize döndüğümüz ilk günlerde postpartum depresyonu iyiden iyiye hissetmeye başlamıştım. Elim, istemsiz olarak karnıma gidiyor, bebeğimi içimde hissedemeyince korkunç bir yoksunluğa düşüp ağlama nöbeti geçiriyordum. Eşim işe giderken kendimi terkedilmiş gibi hissediyordum, gitmemesi için yalvarmak istiyordum. Ama tabi ki bu mümkün eğildi. Zira bir önceki postta anlattığım doğum sorunları nedeniyle çok büyük masrafımız olmuştu, e artık bir de bebeğimiz vardı. Hayatım boyunca eşime o zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumu hatırlamıyorum. Evet annem yanımdaydı, bana bebek gibi bakıyordu, eşim de evde olduğunda etrafımda dönüp duruyordu beni rahat ettirmek için. Ama olmuyordu, yetmiyordu. En çok endişelendiğim sorunun cevabını merak ediyordum: Yeniden bir aile olabilecek miyiz, yoksa bebekle birlikte tüm hayatımızın değişmesiyle, eşimle birbirimizden uzaklaşacak mıyız? İşte bir anne bu endişeyle eşi hep yanında olsun istiyor doğum sonrası dönemde. Neden istediklerimi dile getirmiyodum bilmem. Mesela annem beni kendi evine götürüp de 1 ay boyunca evime yollamadığında neden itiraz etmedim; "artık eve gidip bebeğime alışmak istiyorum" dediğimde dahi beni bırakmayınca neden ısrar etmedim...  Şimdiki aklım olsa kesin ve net bir ifadeyle "anne Allah razı olsun bize baktın, ellerine sağlık, ama artık evime dönmek istiyorum" der ve dönerdim. Hatta ikinci bebeğimde yaptığım gibi, evimden hiç uzaklaşmazdım. Elbette asla inkar edemem annemin hakkını, o ayrı. O dönem cidden çok uğraştı, dedim ya, bebek gibi ilgilendi benimle. Mesela bebeğim gece uyumuyordu, sesini duyunca yardıma geliyordu. Sabahları, uykusuz olduğumu bildiği için bebeğime bakıyor, 2 saat kadar uyuyup dinlenmemi sağlıyordu. Benim cesaret toplayıp yapamadığım her şeyi o yapıyor, bebeğimi yıkıyordu (evet bebek yıkamak benim için bir tabuydu, çok korkuyordum. Hatta yaklaşık 3 yıl boyunca eşimle birlikte yıkadık oğlumuzu korkumuzdan :) ) Ama benim ihtiyacım olan şey, evimde çekirdek ailemle baş başa olup gerçekten bebekle de aile olunabildiğini görmekti. İçimi rahatlatacak, beni sakinleştirecek tek şey buydu. Buradan annelere, kayınvalidelere sesleniyorum: Eğer kızınız/gelininiz bebek bakımı konusunda kendine güveniyor ve evine gitmek istiyorsa, çok büyük ihtimalle, ailesini kaybetmediğini görmek için buna ihtiyacı vardır; engellemeyin. Sadece her ihtiyacı olduğunda ona destek olacağınızı belirtin ve ihtiyaç duyduğunda gerçekten de yanında olun. Nitekim istediğim gibi olmadı. İzin vermediler bizim kendi hayatımıza dönmemize. Eşimle birlikte 1 ay boyunca orada kaldık, hala içimde bir buruklukla hatırlarım o günleri.

NOT: Kimse bana kızmasın, şımarıklık yapıyorsun demesin. Herkesin o dönemlerde yardıma ihtiyaç duyduğunu biliyorum, ben de duyuyordum zaten. Ama evime ve eşime daha çok ihtiyaç duyuyordum. Bunda, ne şekilde büyütüldüğüm, neler yaşadığım da çok etkili. Büyürken yaşatılanlar nedeniyle, eşime çok faklı, çok derinden bir bağ ile bağlıydım. 

   Bir ay sonra evimize, yine annem ve babamla birlikte döndük. Ve bundan sonra, anneliğimin, dayanılmaz vicdan azabıyla dolmasına sebep olan, ölene kadar içimden çıkmayacak ve paranoya haline gelecek korkuların başladığı günleri yaşamaya başladım. Çünkü, henüz 35 günlük olan bebeğimi, bakıcıya bırakarak işe başlamak zorundaydım. Henüz iyileşememiştim; bir bacağımla adım atarken hala çok zorlanıyordum; üstelik işim sürekli hareket alinde olmamı gerektiriyordu; bebeğimden ayrılmaya hiç hazır değildim; zaten her seferinde ağlayarak mama verdiğim bebeğim beni emmeyi tamamen bırakırsa diye korkuyordum; ayrıca onun bakımı konusunda hiç kimseye güvenmiyordum. Ama mecburdum işte. Özel sektördeydim ve üstelik doğumda çok fazla masrafımız olmuştu.
 
   Evet, işe döndüğüm ilk gün, bebeğim sadece 35 günlüktü. Hala merak ederim, bu ülkede neden iyi bir denetleme mekanizması yok diye. Şöyle ki, rehabilitasyon alanında çalışıyor, her ay onlarca kağıt imzalıyordum. Bu kağıtların hepsi, yetkili kişiler tarafından tek tek inceleniyor, onaylanıyordu. Milli eğitim sistemine kayıtlıydı her şey. E benim doğumum, hastanede kalmam, gördüğüm tedaviler falan da sağlık sistemine kayıtlı. Peki o halde, bu kayıtlar neden bir yerlerde çakışmıyor, neden birileri çıkıp "bu kadın yeni doğum yapmış, şu an yasal doğum izninde olmalı" demiyor. Bunu yaşayan tek kadın ben olmadığıma da adım gibi eminim. Birçok kişinin bu haksızlığı yaşadığını ve göz yummak zorunda kaldığını biliyorum. Evet, kanun ve yönetmelikler var fakat hem kamuda hem de özel sektörde kanuna aykırı yapılan işler de çok. Hatta özel sektör zaman zaman patronların istediği gibi at koşturduğu alan olup çıkıyor.
 
   Her neyse, ben beynimde bu isyanlarla, dilimde sessizlikle ve kalbimde inanılmaz büyük bir kırgınlık, burukluk ve üzüntüyle işe başladım. Her sabah erkenden kalkıp, bebeğimin altını değiştirip, eğer kabul ederse emzirip bakıcısına teslim edip çıkıyordum. Gün içinde 1,5 saat süt iznim vardı. Ben bunu sabah 9-9:45 ve öğleden sonra 14-14:45 arası kullanıyordum. Yetiyor muydu? Kesinlikle hayır. Memeyi zor kabul eden bir bebeğim vardı. Eğer 1,5 saati toplu olarak kullansam, uzun süre bebeğimi görmemiş olacaktım. Bu şekilde bölerek kullanınca da onun gönlünü yapıp karnını doyurmak için zaman yetmiyordu. Ama 1 yıl böyle devam edip gittik. Sabah-öğle arası-öğleden sonra olmak üzre günde 3 kez bebeğimi kontrol edebiliyordum. Bu arada içimde kopan fırtınalar, beni iyice paranoyak anne yapmıştı. Yani aslında bakıcıyı kontrol etmem elbette normal ve gerekliydi ama içimde yaşadığım tedirginlik paranoyaya dönüşmüştü. Mesela, bebeğimin bezlerini, resimlerine göre dizip, sırasını aklımda tutup günde kaç kere altının değiştiğini kontrol ediyordum. Mamasının seviyesini, bakıcının fark etmeyeceği şekilde işaretleyip, karnını doyurup doyurmadığını kontrol ediyordum. Akşam işten gelince bakıcıyı evine yollayıp bebeğimin kıyafetlerini çıkarıp, vücudunda bir anormallik var mı diye bakıyordum. Bazen işten 5-10 dk erken çıkıp kapıdan onları dinliyordum, vs. Tüm hayatım, paranoya peşinde tedbirler almakla geçmeye başlamıştı. Ve evet, bebeğimin tadını çıkaramıyordum. İşe başlamasından iki ay sonra, bir sabah bakıcımız gelmedi. Aramalarımıza rağmen de ulaşamadık, telefonu kapalıydı. Sonradan öğrendik ki, bu onun huyuymuş. Bebeğine bakmaya başladığı aileleri böyle aniden bırakıveriyormuş kendisi. Çok kızdım, çok sinirlendim ama ne yalan söyleyeyim işime de geldi. Çünkü yaz tatili olduğu için biri lisede, diğeri üniversitede öğrenci olan iki kız kardeşim de tatildeydi ve onları çağırıp yardım istedik. Onların baktığı süre içinde yeni bir bakıcı arayışına girecektik.
 
   O ayki doktor kontrolümüzde (rutin gelişim kontrolü) doktor amcamız bile değişikliği fark etti. "Bu çocuğun gelişimi çok hızlanmış, bakıcı mı değiştirdiniz?" diye sordu. Nasıl sevindiğimizi anlatamam. Teyzelerinin ona karşı olan sonsuz ilgi ve sevgisi nasıl mutlu etmişti demek ki bebeğimi. Ve görünüşe göre bakıcı ne ilgi ne de sevgi veriyordu. Öyle ya, ne de olsa verdiğimiz para kadar bakacaktı çocuğa (ki biz, sırf oğlumuza iyi baksin diye piyasanın üzerinde bir maaş ödüyorduk). Kendi kanından canından olmayan bir çocuğu zorla da sevdiremezdik kimseye.
 
   NOT: Lütfen burada tüm bebek bakıcılarıyla ilgili ithamda bulunduğum düşünülmesin. Sadece, bizim muhatap olduğumuz kişiyle ilgili deneyimimizi ve bize gösterdiklerini ifade ediyorum. Çevremde, baktığı çocukları kendi çocuğu gibi sahiplenip seven güzel yürekli insanlar da gördüm. Hatta bir arkadaşımın bebeği, bakıcısını o kadar seviyordu ki kreşe alışamadı. Tekrar bakıcıyla devam etmek zorunda kaldılar. Böyle "anne yarısı" bebek bakıcılarına helal olsun, Allah onlardan razı olsun. 
  
   Yaz boyu süren bakıcı arayışımız hüsranla sonuçlandı, okullar açıldıktan sonra annem bizde kalarak bebeğime bakmaya başladı. Bu iyi bir şey mi? Bebeğim açısından kesinlikle evet. Kötü bir şey mi? Aile düzeninin bozulması, karı koca arasına az da olsa mesafe girmesi, kendi düzeninizin bozulması açısından evet. Peki anneanneler, babaanneler torunlarına bakmaya mecbur mu? Elbette hayır. Ama kendilerine ihtiyaç duyulan noktada destek olmaları gerekir diye düşünüyorum.
   Şöyle ya da böyle, oğlum 3,5 yaşına gelip de kreşe başlayana kadar, tatillerde teyzelerle, okul sezonunda da anneanneyle devam ettik yolumuza. Allah hepsinden razı olsun.
   Fakat ben o dönem yaşadığım psikolojiyi içimden asla atamadım, ölene kadar da vicdan azabı olarak içimde kalacağını biliyorum.

4 Eylül 2015 Cuma

BEBEĞİM GELİYOR... YA SONRA...

  NOT-1: Birazdan, doğumda yaşadıklarımla ilgili yazacaklarım, asla kimseyi korkutmak amaçlı değildir. Çok çok nadir görülen bir durumdur. Ben hem kendi deneyimlerimi paylaşmak hem de benzer şeyler yaşayan başkalarının deneyimlerinden faydalanmak istediğim için bu ayrıntıları paylaşıyorum. O nedenle lütfen ister normal doğum yapın, ister sezaryenle kavuşun bebeğinize, sadece o anın tadını çıkarın, büyüsünü yaşayın. Korkmayın ve merak etmeyin, her şey harika gidecek. 
                          (fotoğraf, thegeyik.com'dan alınmıştır)

 Ve evet, büyük gün gelip çatmıştı. Eşyalar arabaya yerleştirildi, yola çıkıldı. Saat 8:00 gibi hastaneye vardık. Servise çıktık. Kaydım yapıldı, odam gösterildi. Ben ameliyathane kıyafetini giyerken annem eşyaları yerleştirmeye başladı. Sondam takıldı. Tüm bunlar olurken eşim hala aşağıda, kalan işlemlerle, imzalarla falan uğraşıyordu. Açıkçası o an için tek telaşım, eşim yanıma gelmeden ameliyata alınma ihtimaliydi. Onun dışında heyecan, korku, vs hissetmiyordum. Sadece garip bir ruh halindeydim ne olduğunu bilmediğim. Biraz duygusuz, biraz ruhsuz, biraz boşlukta gibi...
   

   Tam hemşire artık gidiyoruz derken eşim yetişti çok şükür. Sarıldık, koridor boyunca yürüdüm ve sonra sedyeye bindim. Sanırım üç kapıdan geçtik. Ve artık ameliyathanedeydim.
  
    Doktorum geldi. Onu ilk kez öyle görmüştüm, normalde her muayenede odasından güle oynaya çıktığımız kişi, ameliyathanede o kadar ciddi, o kadar işine odaklıydı ki. Anestezi uygulamam yapıldı, ayaklarımın ısınmaya başladığını hissettim ve ardından da uyuşma gerçekleşti. Artık ameliyata hazırdım. Sezaryen başladı ve hemen birkaç dakika içinde vücudumun müthiş sarsıldığını, ardından da bir anda tüm içimin boşaldığını hissettim. Meğer doktor bebeği çıkarınca böyle hissediliyormuş, nereden bileyim :) Hemen, küçücük bir viyaklama duydum ama ardından beklediğim ağlama gelmedi. Endişelendim. Hemşire bana seslenip "annesi oğluşuna bak" diyerek bebeğimi gösterince anladım ki yavrum meğer uyuyormuş ve o ses de rahatsız edilmeye verdiği tepkiymiş. Ardından uyumaya devam etmiş :) Onu ilk gördüğümde ağlamıyor, uyuyordu yani. Keşke sonrasında da birazcık uykuya düşkün olsaydı :) Bebeğimi, temizleyip giydirmek üzere götürdüler. İlginçtir ki, bende hala heyecan, mutluluk, sevinç falan yoktu. Hala ruh gibiydim. Sadece, plasenta ayrılınca oluşan ani hormonal değişiklikten olsa gerek, ağlamaya başladım. Sebepsizce gözlerimden yaş geliyordu. 

   Dikişlerim atıldı (bu kısım uzun sürüyor), ameliyat bitti ve beni ameliyathaneden çıkarıp, bana çok uzun gelen bir süre boyunca beklediğim başka bir odaya aldılar. Ara sıra hemşire gelip beni kontrol ediyordu. Beklerken göğüs bölgemde dayanılmaz bir kaşıntı başladı. Hemşire yeniden geldiğinde "kaşıntın var mı" diye sordu. Ben de olduğunu söyleyince bir iğne yaptı, kısa sürede kaşıntıdan kurtuldum (kaşınan yerlerde daha sonra içi sıvı dolu minik kabartılar oluştu). Bu, anesteziye karşı gelişen bir alerjiymiş. Ben de zaten alerjik yapıda olduğum için, bunun olması normalmiş. Kaşıntılar kaybolunca beni odama götürdüler.
   
İçimde bir şeyler kıpırdanmaya başlıyor...
   Odaya girdiğimde, yanımdaki yatakta, giydirilip, sarıp sarmalanmış, hıçkırıp duran bir topaç vardı. Hemen kucağıma verdiler "kokla bebeğini annesi" diyerek. Aman Allah'ım, o koku, dünyadaki başka hiçbir şeyde olamaz. Bana özel, içime akan, içimi ıpılık yapan, yumuşacık, müthiş bir koku. Cennet kokusu buymuş demek ki. En pahalı parfümlerde bulunmaz, en iyi uzmanlar bir araya gelse yapamaz, öyle bir koku. Güzel Allah'ım, isteyen, kıymetini bilecek, sorumluluğunu kaldırabilecek herkese nasip etsin. 
  
(sadeceanne.com'dan alıntıdır)

    Ardından yine "emzir hadi annesi" diye, robotlaşmış olan beni yönlendiren bir ses... Emzirmek... İşte bu duyguyu çok merak ediyordum. Ve denedim. Çok ilginçti. Bebeklerin emme refleksiyle doğduğunu, bunun çok baskın ve kuvvetli bir refleks olduğunu iyi biliyordum ama hissetmek bambaşkaymış. Bebeğim epey çabaladı, ama sütüm geldi mi, onu hissedemiyordum. Zaten hemen de uyuyakalıyordu.
   


   Talihsizlik, kader, kısmet işte...
   Aradan sanırım 1-1,5 saat kadar geçmişti. Babam, yataktan aşağıya doğru inen kanı farketmiş. Onun dışında herkes, benimle ve bebeğimle ilgilendiği için başka fark eden olmamış. Bir telaşla doktora haber verildi. Doktor yine aynı telaşla gelip odadaki herkesi dışarı çıkardı ve beni muayene etti (daha yeni ameliyatlı olduğum için çok, ama çok canım acıdı. Normal şartlarda, vajinal muayene, kendinizi gevşek bırakabildiğiniz sürece acı verici değildir bence). Uterus tonusunun normal olduğunu söyledi(yani rahimde kasılmalar vardı, olması gerektiği gibiydi. Ki bu kasılmalar sayesinde kan damarlarına baskı oluyor ve aşırı kanama engelleniyor normalde). Ateşime baktı, başımın ağrıyıp ağrımadığını sordu (evet ağrıyordu) ve odadan çıktı. Neyse ki kan ihtiyaci çıkabileceğini düşünerek eşimin arkadaşlarına önceden haber verilmişti. Annem odaya geldi. Doktorumun beni  tıp fakültesi hastanesine sevk ettiğini söyledi. En acil tarafından bir ünite kan verildi ve hemen ambulansla yola çıktık. Ben ve eşim ambulansta, bebeğim anneanne ve dedesiyle arkada arabada hastaneye vardık (Bu arada o ambulans şoförü kimdi hiç bilmiyorum ama otobana girmeyip bozuk olan eski yoldan gittiği için kendisini çok da hayırla anmıyorum. Arabanın her sarsılmasında canım çok acıyordu).  
   Acilden girişimiz yapıldı. Ultrason, muayene falan derken (hepsinde de canım  inanılmaz yanıyordu, hatta doktorlara yalvardım biraz nefes almama izin verin diye) servise alındım. Kaç ünite kan verildi hatırlamıyorum. Onca fibrin testine, genetik taramaya rağmen, kanamanın nedeni ortaya çıkarılamadı (yıllar sonra, ikinci doğumumdan hemen önce öğrendik ki, bu sadece gebelikte ortaya çıkan bir hastalıkmış. İkinci doğumda da risk varmış ama bu risk üçüncü doğumda iyice artıp annenin yaşama şansı %30 a kadar düşüyormuş. Hastalığın adınıysa hala bilmiyorum). 

   Unutmadan, sütümün geldiği ilk anı da anlatmak istiyorum. 1-2 gün boyunca, bebeğimi emzirmeye çalışıyordum ama dediğim gibi sütümün gelip gelmediğini hissedemiyordum, zaten gelmiyormuş da. 2. gün, bebeğim emerken öyle bir şey oldu ki (benim için inanılmaz büyük ve ilginç bir deneyimdi)... Bir anda, bütün süt kanallarımı tek tek, yol yol hissettim; ağrı gibi ama ağrı değil, sızı gibi ama sızı değil, mutluluk veren, içimi kıpır kıpır yapan bir şey, adını koymak imkansız... Sütümün ilk geldiği andı o. Evet,o andan sonra bebeğimin gerçekten emebildiğini farkettim, çok güzeldi ona süt verebilmek. 4 günlük hastane hayatımda,beni mutlu eden anlar bebeğimi emzirdiğim ve eşimin yanıma gelebildiği anlardı. Bu arada postpartum depresyon(lohusa bunalımı) da yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı.

   Hastanede hem benim, hem eşimin, hem annemin psikolojisi çok bozuldu. Araştırma hastanesi olduğu için hep uç vakalar geliyor, onları görüyor, hikayelerini duyuyorsunuz. Gecenin bir yarısı, odanın kapısını saygısızca ve büyük gürültüyle açıp uyuyan bebeğimi yerinden sıçratan asık suratlı hemşire (rüşvet alanlar arasında yoktu demek ki); saat gece 2-3-4'te, eşime ilaç alması gerektiğini söyleyenler (kullanacağım ilacın hep mi o saatlerde getirtilmesi gerekiyordu bunu da anlamış değilim. O şehri hiç bilmeyen eşim, fellik fellik nöbetçi eczane arıyordu her gece. Sağlık çalışanı olmasam acil ihtiyaç çıkmıştır diyeceğim ama öyle de değildi); insanlıktan nasibini almayarak 8 aylık hamile olan oda arkadaşımı göz yaşlarına boğan, dünyasını alt üst eden ve doçent olduğunu düşündüğüm jinekolog, vs. o kadar çok şey olup bitti ki. Neyse ki 4 günün sonunda artık evimize gidebileceğimiz söylendi. O anki mutluluğumuzu anlatamam.
   
   Herkes o kadar ilgisizdi ki, hastaneden çıkarken bir tekerlekli sandalye bile bulamadık. Ve ben merdivenleri (sanırım 3.kattaydık, tam hatırlayamıyorum)  inip otoparka kadar yürüyerek gitmek zorunda kaldım. Son birkaç metrede, çektiğim acı ve yanma hissi nedeniyle dayanamayıp yolda dizlerimin üstüne çökmek zorunda kaldım. Neyse ki bir şekilde arabaya binip, yaklaşık 1,5 saat sonra evimize varabildik. 
Not-2: Fibrin testi, kanda pıhtılaşmayla ilgili bir sorun olup olmadığını belirlemeye yarayan, o dönem için Florence Nightingale ve Hacettepe Üniversitesi olmak üzere Türkiye'de sadece iki yerde yapılan bir test. Burada küçük bir açıklama bulabilirsiniz.

Not-3: Teyzem, uzun yıllar önce, Ankara'da, doğum sonrası dikiş atılmaması nedeniyle kan kaybından vefat etmiş(hastane ortamı olduğu halde). Benim durumumun, doktorumu, ailemi ve akrabalarımı çok telaşlandırmasının asıl nedeni de bu. Eğer sizin de aile geçmişinizde buna benzer bir hikaye varsa, doktorunuzu lütfen ve mutlaka durumdan haberdar edin. 

Not-4: Hastaneyle ilgili yazdıklarım, hiçbir kurumu ya da şahsı itham etme amacını kesinlikle taşımamaktadır. Hepsi, tamamen bizim yaşadıklarımızdır. Evet, rüşvet alan hemşireler ve doktorlar oldu. Ve evet, eşim o paraları vermek zorunda kaldı. Çünkü, beni o kanamalı halimle acil servise almalarının üstünden 1 saat kadar geçmiş olmasına, adını hatırladığım ama buraya yazmayacağım bir doktor da karşımda boş oturuyor olmasına rağmen, benimle ilgilenen hiç kimse olmamıştı. Ne zaman ki parayı aldılar, ondan sonra hemşire hanım, "canım" diyerek başımda bitti, iki doktor birden beni muayene için ultrason odasına götürdü. Çok üzgünüm ama gerçekler böyle. Yoksa her mesleğin içinde işini hakkıyla ve özveriyle yapanlar olduğunu ben de biliyorum; melek hemşireler ve mucizeler yaratan doktorların da varlığını bildiğim gibi. Ama, hele ki acil serviste, hastayı boşvermeye kimsenin hakkı yok. Adı üstünde, ACİL SERVİS. Üstelik de benim durumum çok çok ağırdı. Kan testleri ve muayene sonrası doktor, eşime, "Allah'tan ümit kesilmez, sabaha çıkamayabilir de, hazırlıklı olun demiş" diyeyim, gerisini siz düşünün artık.
   

3 Eylül 2015 Perşembe

İLK GEBELİK SÜRECİM-BÖLÜM 3

  Doğum yaklaşıyor...

    Gebeliğimin kaçıncı haftasıydı hatırlamıyorum. Kontrolde, plasentanın yaşlanmaya başladığını söyledi doktorum. O öyle büyük bir problem değildi. Tolere edilebilir, normal doğuma engel teşkil etmiyor ileri boyutta olmadığı sürece (ileri boyutta olduğunda, normal doğum zamanını beklerken bebeği riske atmak istemeyen bazı doktorlar sezaryene yönlendirebiliyorlar). Bizim asıl olayımız, bebeğimin iri olmasıydı. Evet, iri bebeğin normal yolla dünyaya gelmesinin bir takım riskler yaratabileceğini mesleğim gereği biliyordum. Bu yüzden normal doğum yapmayı göze alamadım açıkçası. Şimdiki aklım olsa, zamanını bekler, normal doğumu denerdim gibi geliyor. Çünkü, daha sonra bu konu üzerinde iyice düşündüğümde, sezaryen gibi bir müdahalenin, normal seyreden bir gebelik süreci içinde, bebeğin haklarını gasp etmek olduğunu farkettim. Anne karnında kalma hakkı, normal yolla dünyaya gelme hakkı, dünyaya geleceği zamanı seçme hakkı, vs.
 
   Doktorum sezaryenden yana olmadığını, gebeliğin normal seyrinde devam ettiğini söyledi, ancak iri bir bebeğim olacağını da ifade etti. Düşünüp bebeğimi hangi yöntemle kucağıma almak istediğime karar vermemi, bir hafta sonraki randevumuzda bunu bildirmemi istedi. O bir hafta bana geçmek bilmedi. Düşünmekten gözüme uyku girmedi diyebilirim. En sonunda da sezaryen istediğime karar verdim. Daha doğrusu, tam karar verdim de diyemem ama o taraf daha ağır basıyordu. Birçok anne adayının da, çok kararlı bir şekilde sezaryeni tercih ettiğini düşünmüyorum. Bir hafta sonra kontrole gittiğimde doktoruma kararımı bildirdim ve sezaryen gününü kararlaştırdık. 15 Mart 2006 Çarşamba günü oğlumu kucağıma alacaktım.

   Son hazırlıkları yaptım. Zaten 7. aydan itibaren hazır bekleyen hastane valizimi gözden geçirdim. Eksiklerimizi tamamladım. 

Çantamda neler vardı :


(Fotoğraf, annelerburada'dan alınmıştır)

Bebek için

(fotoğraf, milliyet'ten alınmıştır)

-Bebek kıyafetleri: Üç tane zıbın takımı(eldiven, bere, iç zıbın, patikli tulum ve dış zıbından oluşan dış takım ve çoraplar)
-Bebek battaniyesi
-Bebek bezi (sanırım 1 numara almıştım, onu çok net hatırlayamadım)
-Islak mendil(molfix papatya özlü ıslak mendil almıştık o zaman. Hala kokusunu duyunca, bebeğimin doğduğu gün gelir aklıma)
-Ağız bezleri



Kendim için 

(fotoğraf, bilginti'den alınmıştır)

-1 adet gecelik, 1 adet pijama takımı
-Sabahlık
-Eşarp/yazma (kapalı olduğum için tabi)
-İç çamaşırı (iki adet)
-Emzirme sutyeni (iki adet)
-Hasta bezi (bir paket), ped
-Göğüs pedi
-Havlu(el yüz havlusu)
-Makyaj malzemesi(kullanmak nasip olmadı ama cımbızımı kullandım :) )
-Tarak
-Toka
-El kremi
-Terlik
-Çorap



Genel malzemeler

-Kolonya
-Peçete/tuvalet kağıdı
-Boş poşetler
-El sabunu(hastane ortamı olduğu için antibakteriyel sabun tercih ettim)
-El temizleme jeli
-Çamaşır suyu (ilk kullanımdan önce tuvaleti temizlemek için küçük bir şişeyle aldım yanıma)
-Plastik bardak
-Fotoğraf makinesi/kamera

 Bebek için ve benim için olmak üzere toplam iki çanta oldu.
(görsel, webanne'den alınmıştır)

   Cumartesi günü son kez işe gittim (aslında hastahanede testlerim yapılacak olmasaydı, salı günü de çalışıp ertesi gün doğuma gidecektim, yine de neredeyse son ana kadar çalıştım). Pazartesi ve salı günleri, kan testleri, EKG gibi tetkiklerle geçti. Bu arada anestezi doktoruyla da görüştük ve spinal anesteziye karar verdik. Eve gelince bir kaç tepsi de kurabiye yapıp kavanozlara doldurdum ki ziyarete gelenlere ikram edebilelim diye. Çünkü nasıl olsa doğumun ertesi günü hastaneden çıkıp güle oynaya evimize dönecektik. Ama durum hiç de beklediğimiz gibi gelişmedi.

   Salı akşamı duşumu aldım, eşim bu arada kan grubu benimkiyle uyan arkadaşlarını arayıp, sabah hastaneye gelmelerini istedi (Allah'tan ki bunu akıl etmişiz). Sonra da ertesi sabah doğuma girecek biri ne kadar uyuyabilirse uyudum.

Gece boyu yarı uyur yarı uyanık geçtikten sonra sabah erkenden kalktık. Annem ve babam da bizdeydi. Onlar kahvaltı yaparken ben de giyindim, hazırlandım. Ameliyata gideceğim için 12 saat boyunca aç kalmış olmam gerekiyordu, kahvaltı yapmadım.

Ve saat 7:30 gibi hastaneye gitmek üzere yola çıktık.




Devamı gelecek.

1 Eylül 2015 Salı

İLK GEBELİK SÜRECİM-BÖLÜM 2

   

Bebek alışverişi



Büyük oğlum 2006 doğumlu. O zamanlar, evde internetimiz vardı ama bu kadar hayatımızın içinde değildi, kullanmıyorduk. Bir de istediğimiz her bilgiye ulaşılmıyordu zaten, içeriği şimdiki kadar zengin değildi. Ayrıca kullanıcı yorumları falan gibi şeylerden bendeniz bihaberdim. E yaşım daha 25, anne olmaya ruhen hazır değildim, cahildim aslına bakarsanız. Cahil olmak öyle üniversite okumakla giderilecek bir şey değil ki. İNSAN, YAŞAMADIĞI, TECRÜBE ETMEDİĞİ HER ŞEYİN CAHİLİDİR neticede. Çevrede, bize  ne lazım olur, neleri almak gereksizdir, hangi markalar kalitelidir, vs konularda akıl verecek kimse de yoktu. Dolayısı ile nereye gideceğimizi, ne alacağımızı bilmez bir halde, dükkanlarda, pazarlarda, karşımıza çıkıp da hoşumuza giden ne varsa onu aldık. Memnun kalıp tavsiye ettiğim markalar, tesadüfen alıp kullandığımız markalardır. Tabi memnun kaldıktan sonra da alışverişte daha seçici olmaya başladık. 

   Neler aldım?

Bebeğim için

-Çıtçıtlı badiler: Büyük-küçük, uzun kollu-kısa kollu- sıfır kollu hiç farketmeksizin hepsinden aldım. En çok kullanılan parçalar bunlar oluyor. Önemli olan kaliteli, bebeği terletmeyen bir penye kumaş olması. Ben en çok minidamla 'nın ürünlerini beğenerek kullandım. Penyesi kesinlikle çok kaliteli ve yumuşacık, renkleri solmadı, bebeğimi terletmedi. İkinci bebeğimde de hala kullanıyorum sakladıklarımı.

-Hastane çıkışı: İtiraf ediyorum, hastane çıkışı diye özel setlerin olduğundan haberim yoktu; hiç bir satıcı da bahsetmedi böyle bir şeyden. Ben zıbın takımı olarak satılanlardan aldım. Üç takım falandı sanırım. Hastane maceramız uzayınca yetmedi tabi (bu, başka bir postun konusu olsun). Eşim 3-4 takım daha aldı biz hastanedeyken. Bu takımların içinde eldiven, şapka, iç zıbın, dışına giyeceği üst ve alt takım oluyor. Ben aldıklarımın hepsinden memnun kaldım, tepe tepe kullandım ama hiç birinin markasını hatırlamıyorum. 

-Diğer kıyafetler: Yine mini damla marka badiler, penye yelek ve hırkalar, mackays ve chiclid markalarının tüm ürünleri aldığıma beni hiç pişman etmedi. Pijamada tercihim de yine bu markalar oldu.

-Ağız bezi: Pazarda, el bezi diye satılan küçük havlulardan aldım 15 tane kadar. Çok yumuşak ve çok emiciydi. Annem, kenarlarını tığ oyasıyla süsledi. İki bebeğimde de tepe tepe kullandığım parçalardı. Mağazada satılan ağız bezlerinden de aldım ama onlar penye olduğu için, ıslanınca her tarafa hemen dağıtıyordu ıslaklığı. Bu havlular öyle değil. 

-Patik: Pazar ürünü. Ben pazarda gezmeyi ve alışveriş yapmayı oldum olası çok severim. Yine bir gün gezinirken karşıma içi tüylü, dışı peluş, çok tatlı renklerde patikler çıktı. Her renginden aldım. Kıyafetlerine uydurarak giydiriyordum. Çok memnun kaldım. Sıcacık tuttu bebeğimin ayaklarını. Bir de bileği tutan lastikler yumuşak olduğu için giydirip çıkarması da çok kolaydı. Aşağıdaki tarz patiklerdendi:
                                             
                                               (fotoğraf, kadinlarkulubu.com'dan alıntıdır)

-Battaniye: Bir pazen, iki penye, iki kadife ve bir de peluş battaniye aldım. Farkındayım, battaniye olayını abartmışım. Özellikle peluş battaniyeler çok gereksiz bence. Renkleri ve desenleri çok tatlı oluyor ama en fazla bebeğimin yatağına örtü olarak kullandım ben. Penye ve pazen battaniyeler ev için çok kullanışlı. Dışarı çıkarken de çantaya atmak için uygun. Kadife olanları, özellikle bebek arabasında kullandım, kullanıyorum. Yumuşacıklar. 

-Bebek bakım çantası: Adana ve Mersin civarında oturanlar Görüş Bebe'yi bilirler. İlk bebeğimde birkaç farklı çanta kullandım ama en çok Görüş Bebe'den aldığım çantadan memnun kaldım. Çünkü ne sapı koptu, ne de fermuarı patladı. Markası Baby Center. Hala var mıdır bilmiyorum. Şuna benzer, klasik modellerden:
(fotoğraf, hepsiburada.com'dan alıntıdır)

-Uyku Seti: Markasını hatırlamıyorum. Ayıcıklı falan bir set almıştık. Gayet de memnun kaldım. Yastıklarını, nevresim takımlarını, benim beğenip aldığım kumaşlardan annem dikmişti.

-Bebek odası: Güvendiğimiz bir mobilyacıya, beğendiğimiz modeli tarif ederek yaptırdık. Öyle süslü püslü bir şey değildi. Onlar evet şık görünüyor ama ben o tarz mobilya kullanmaktan hoşlanmıyorum. Yani çok cici bici insanı değilim. Turuncu-krem kombinasyonunu seçtik renk olarak. MDF kullanıldı. Gerçekten çok sağlam bir takım oldu. 9,5 yıldır hala sapasağlam. Üç konuda pişmanlığım var sadece : 1. MDF olduğu için çok ağır. 2.Dolabını iki kapılı yaptırmıştık. Keşke üç kapılı olsaymış. 3.Büyüyen beşiği boş yere yaptırmışız. Hiç kullanmadık. 3,5 yaşına kadar park yatak kullandık. Sonrasında yatağını genç yatağına çevirerek kullandık. Bu arada, fiyat olarak da, piyasadaki bilinen markaürünlerin tam tamına yarısını ödedik. 

-Park yatak: Maxima Deluxe xl markalı bir yatak aldım turkticaret.net  sitesinden. Çünkü piyasadaki en büyük ölçülere sahip park yatak buydu. Site çalışanlarının ilgisinden çok memnun kaldım. Ürün stokta kalmamıştı. Yurt dışından gelmesini bekledik. Sürekli telefonla iletişim halindeydik. Normalde zamlı fiyattan satacakları yeni parti ürünü, beklettikleri için bana eski fiyatından verdiler.
                                               (fotoğraf, akakce.com'dan alıntıdır)

Bunun turuncusu bizim yatağımız. Şu an ikinci bebeğim için kullanıyorum. İçine tavsiye üzerine sıkıştırılmış sünger kestirdik yatak olarak. Annem de kılıfını dikti. Hiç sorun yaşamadık. Ortopedik açıdan gayet de uygundu bebeğim için. Bu arada yatağın titreşim aparatını ikinci bebeğimde farklı şekilde kullandım. Ona sıra geldiğinde anlatacağım inşallah.

-Bez: Canbebe.

-Bebek bakım ürünleri: 
Şampuan: Sebamed
Bebek Yağı: Johnsons Baby. Başka da bebek bakım ürünü kullanmadım. Pişik için kullandığım şey ise sadece doğal, ev yapımı kantaron yağı oldu. Şiddetle tavsiye ederim.

-Bebek oto koltuğu: Yine cahillik dönemi. Livello diye bir markanın grup-1 ürününü aldık. İnternette arasanız bulamazsınız, ben bulamadım :) Bilmiyorduk tabi nelere dikkat edilmeli, neye göre seçilmeli. Şu var ki cidden çok memnun kalarak kullandığımız bir ürün oldu. İkinci bebeğimde ise ev içinde kullandık bunu. Sonradan öğrendik ki meğer çok iyi markalar ve modeller varmış da bizim haberimiz yokmuş.

-Bebek arabası: Cahillik diyeyim siz anlayın artık. Johnson diye bir markanın bebek arabasını aldık. Satıcı gösterdi, yok sürüşü çok rahatmış, bebek de içinde rahat edermiş. Be mübarek sorsana bunun niye emniyet kemeri yok diye. Öyle bir arabaydı işte. Ama çok kahrımızı çekti. Çok sevdiğim bir özelliği vardı: yağmurluğu, bir çanta içinde arabaya entegreydi. Yağmura yakalanınca açıveriyordum. Sonra da hooop hemen toplayıp çantaya koyup fermuarını çekiyordum. Yeni nesil bebek arabalarının hiç birinde bu özelliği görmedim. Aşağıdakine benzer, eski modellerden bir arabaydı bizim emektar:
                        (fotoğraf, akakce.com'dan alıntıdır)

Şimdi bakıyorum da Johnson bu konuda kendini epey geliştirmiş. Sağlamlığını falan bilemem ama görüntüde gayet şık arabalar üretiyor artık.

Kendim için


-2 adet gecelik (uzun gecelik tercih ettim)

-2 adet pijama takımı 
-1 adet sabahlık
-4 adet emzirme sütyeni
-Terlik (önü kapalı, rahat bir terlik tercih ettim)
-1 paket hasta bezi (sonradan yaşanan talihsizlik sebebiyle 2 paket daha hasta bezi kullanmak zorunda kaldım)
-1 paket ped
 Kendim için aldıklarım da bu kadar hatırladığım kadarıyla. Daha fazlasına da ihtiyaç duymamıştım zaten.




Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Hatırladıkça postu güncelleyeceğim inşallah.